"İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa'y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!"(1)
Aklı başında olan insan, dünyanın fâni olduğunu, bu imtihan salonunun lezzet ve saadet yeri olamayacağını bilen ve ondaki nimetlere, servetlere ve lezzetlere o nisbette değer veren insandır.
Aklı başında olan insan, “Ölmeden önce ölünüz.” (2) hadis-i şerifine tam ittiba etmekle daha dünyada iken ruhu cesedine galip gelen, “İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar.” (3) hadisinin verdiği haberi hayatına tatbik ederek, bütün servetleri ve devletleri rüyada kazanılan nimetler olarak gören, uyandığında bunların hepsini kaybedeceğini bilerek onlar için kavga etmeyen, kalp kırmayan, hırs beslemeyen insandır.
Aklı başında olan insan, en büyük himmetini ve en fazla mesaisini kendine ayıran insandır. Bir insanın aklı, fikri devamlı işinde, gücünde, servetini korumada, makamını artırmada yoğunlaşmışsa, bu adamın aklı başında değil, işinde, makamında, koltuğunda, servetindedir.
Aklı başında olan insan, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin; “küçük dairede büyük ve daimî vazife, büyük dairede ise küçük ve ara sıra vazifeler” (4) bulunduğu ihtarına kulak vererek, vazife ve mes’uliyet sahasını güzelce tespit ettikten sonra, en büyük sermaye olan ömrünü en güzel şekilde kullanan insandır.
Aklı başında olan insan, “... Kalbler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” (Rad, 13/28) âyet-i kerimesine tam kulak verip, dünyaya çalışmakla birlikte ona gönül bağlamayan ve onunla tatmin olma vehmine kapılmayan insandır.
Aklı başında olan insan, parayı ve serveti aklıyla kazandığını bilerek, aklını paraya ve mala satmayan insandır. Aklın hizmetçileri olan göz, kulak gibi bir tek duygunun bile bütün dünya servetiyle değişilmediğini düşünüp aklını küçük şeylerde boğmayan insandır.
Aklı başında olan insan, saçındaki aklarda ölümün güzel yüzünü gören ve dünyadan çok daha güzel olan berzah âlemine güzel ameller, sevimli arkadaşlar gönderen insandır.
Aklı başında olan insan, ölümün en güçlü habercisi olan sekerat halini sıkça hatırlayan, o ruhunu teslim ederken ne yanı başındaki en yakın dostlarının, ne de geride bıraktığı servet, şöhret ve devletin ona hiçbir yardımları olmayacağını düşünüp henüz hayatta iken İbrahim aleyhisselâm gibi; “Batıp kaybolanları sevmem” diyerek ne kendi hayatına ne de dünyanın fazi zevklerine gönül vermeden Baki olan Rabbinin rızasını hayatının her safhasında temel rükün yapan insandır.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(2) bk. Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 29.
(3) bk. age., II, 312.
(4) bk. Şualar, On Birinci Şua, Dördüncü Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İlgili cümle aynı zamanda bir ayetin tefsiridir.
لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْؕ
Elinizden çıkana (kaybettiklerinize) karşı üzüntü duymayasınız.
Ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla övünüp şımarmayasınız.
Hadid Suresi, 23. Ayetten
Hz. Ali (RA) da bu ayete işaret ederek şöyle demiş:
Huzurun hepsi Kur'andaki iki cümle arasındadır:
"Elinizden çıkana üzülmeyin. Elinize verilenle şımarmayın."
Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Burada Ustadimizin kastettigi sey nedir? Kazandigimiz zaman hic sevinmeyeceksek kaybettigimiz zaman hic uzulmeyeceksek o zaman yasamanin ne anlami var? Acaba burada kastedilen asiri sevinmeme veya asiri uzulmeme mi? Veya belli bir makama mahsus bir mertebe mi?
Mümin insanın hayatının merkezinde Allah ve ahiret vardır. Mümin Allah için sever Allah için üzülür. Allah’ın razı olmadığı ve ahirete faydası dokunmayan şeylerin peşinden koşmaz onlar için üzülüp onlar için sevinmez. “Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.” ifadesi de bu anlamda kullanılmaktadır.
Yoksa insan hiç sevinmesin hiç üzülmesin fıtratını söküp atsın denilmiyor. Mesela Allah insana göz vermiş bu gözü haramda da helalde de kullanmak mümkün gözü helalde kullan denildiğinde gözünü çıkar at denilmiş olmuyor gözünü harama kapa deniliyor. Yoksa meşru ve helal dairede istediğin kadar gözünü kullan keyfini çıkar. Bu diğer aza ve cihazlarımız içinde geçerlidir.
Üzülmek ve sevinmek de iki duygudur bu iki duyguyu helal dairede kullanmamız tavsiye ediliyor hiç kullanmayın bu duyguları söküp atın denilmiyor zaten söküp atmak yaratılışa da aykırıdır.
İnsan kazandığı malı, makamı, gücü şayet Allah hesabına değilde nefsi ve egosu hesabına kullanıyor ve bundan dolayı da azgınlaşıp ahireti unutuyor ise bu duruma sevinmek ve bu durumdan memnun olmak çok büyük ateşleri netice veren ve insanın helakine sebep olan bir durumdur ve bu duruma sevinmekte ahmaklıktır. Nefsi ve egosunun azmasına vesile olan bir şeyi kaybedince üzmemeli aksine sevinmelidir.