"İşte, eğer saadet-i ebediye olmazsa, şu esaslı nizam, bir suret-i zaife-i vahiyeden ibaret kalır. Yalancı, esassız bir nizam olur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Allah, kâinatta muazzam bir nizam ve sistem kurmuştur. Bu nizam ve sistemi manidar yapan şey ise; nizamın kuruluş gayesidir. Yani, “Bu kâinat ve nizam niçin kurulmuştur?”, sualinin cevabı; nizamı nizam yapar. Hiçbir gaye gözetilmeden kurulan fabrika ve şirket manasız olduğu gibi, gayeleri ve hedefleri olmayan bir kâinat ve nizam da manasız ve esassız olur.
Kâinat ve kâinattaki nizamın en temel gayesi; tevhid ve haşirdir. Yani kâinat tevhid ve haşir esası üzerine kurulmuş bir bina gibidir. Temelsiz bina nasıl mümkün değilse, tevhid ve haşirsiz bir kâinat da mümkün değildir. Zira kâinattaki nizamın temel kanunları ahiret inancı üzerine programlanmıştır.
Mesela, kâinat nizamı içinde muazzam bir adalet sergisi açılmış. Bu adaleti hakiki yapan ve tamamlayan şey, öldükten sonra dirilme inancıdır.
Nizam ve intizamın ruhundan gaye, neticedir. Bir fabrikanın ruhu ürettiği mamuldür. Mamul yok ise o fabrikanın gayesi ve ruhu da yok demektir.
Bu Risalenin bir bölümünde şu harika tespite yer verilir:
“Başka bir âlemin mahsulatının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor.”(1)
Bir fabrika düşünelim. Bu fabrikanın motorlarından en küçük civatalarına kadar her şeyi mükemmel bir nizam ile çalışsınlar ve istenen mamul maddeyi meydana getirsinler. Daha sonra, bu mamuller ikinci bir muameleden geçirilerek yeniden ilk hammaddelerine dönüştürülsünler. Böyle bir fabrika boşuna çalışmış olacağından, ondaki mükemmel nizamın da bir manası kalmaz. Üstadımızın ifadesiyle “Yalancı, esassız bir nizam olur.”
Bu kâinat fabrikasının çarkları ahiret namına dönmektedir. Kıyamet hadisesiyle bu fabrikanın vazifesine son verilecek ve bütün neticeler ahiret âleminde toplanacaktır. Eğer âhiret olmasa şöyle tuhaf bir manzarayla karşılaşırız:
Bu mükemmel fabrikada elementler terakki ettirilerek hücreler ve organlar haline getirilmekte, daha sonra ölüm kanunuyla bütün hücreler yeniden elementlere dönüşmektedirler. “Eğer saadet-i ebedîye olmazsa” o zaman, insanı netice veren bu mükemmel nizam da “yalancı ve esassız” olmuş olur.
Aynı şekilde kâinattaki nizam ve intizamın ruhu da haşirdir. Haşir olmadığı zaman her şey hikmetsiz ve manasız olur. Mesela; kâinat intizamı içinde adalet bir rükündür, adaletin neticesi ise; ceza veya mükâfattır. Şayet ceza ve mükâfat olmaz ise; adalet rüknü havada kalır.
Üstad bu mânâya "suret-i zaife-i vahiyeden ibaret kalır” ibareleri ile işaret ediyor.
Mesela, yüz katlı bir bina için temel yapılsa, ama bu temele kartondan âdi bir kulübe inşa edilse, ne kadar manasız ve esassız olur. O karton kulübe o sağlam ve muhteşem temeli gülünç ve basit bir duruma düşürür.
Aynı şekilde kâinat ve dünya bir temel gibidir. Bu temel üstüne saadet sarayları inşa edilmesi için yaratılmıştır. Şayet Allah cennet ve cehennem gibi bir neticeyi yaratmasa, o zaman dünya ve kâinat temeli ne kadar basit ve gülünç olur.
Mesela, insanın kalbine ebedi yaşama arzusu ve aşk-ı beka konulmuş. Eğer beka âlemi yaratılmazsa, beka duygusu çok manasız olur.
Nisbetten ve revabıttan maksat; suç ile ceza, itaat ile mükâfat arasındaki bağdır. Şayet suç varken ceza olmaz ise; bağ ve nisbet kopmuş demektir. O zaman da her şey mânâsız olur.
Bir adalet sarayı yapılmış, hâkimler atanmış, mahkeme salonları hepsi tamam ama; hâkimin verdiği cezanın infaz edileceği hapishane ortada yok. O zaman bütün saray ve hâkimlerin nisbet ve bağları kopmuş olur ve her şey bir oyundan ibaret kalmış olurlar. Adalet sarayını güçlü ve saygın yapan şey hapishanedir. Hapishane olmaz ise adalet sarayı abes olur.
1) Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü