"Kadere iman eden, kederden emin olur... Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor." Kadere iman etmek ile fani zevklerin münasebetiyle ne anlatılmak istenmiştir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ [“Kadere iman eden, kederden emin olur.” (ed-Deylemî, el-Müsned 1:113; el-Münavî, Feyzu’l-Kadîr 3:187; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl 1:106)] kudsî düsturunu kendine rehber et. Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş."(1)

İnsan bu dünyaya keyf almak için gelmemiştir. Aksine Allah'ı kendinden razı etmek, sevab kazanmak ve ahiretine yatırım yapmak için gönderilmiştir. İşte kaderden gelen musibetlere karşı dinimizden gelen teselli verici ifadeleri güzel ve yerinde kullanan Üstadımız, burada kendisine gelen musibetlere karşı şükretmesi için kendi nefsine şu dersi veriyor:

"Sana gelen musibetlerden memnun ol ki, bu musibet senin ahirette derecenin artması için vesile olsun. Yoksa musibet yerine ferahlık ve lezzetler gelse, bunlar senin imtihanına zarar verebilir, seni sefahete ve günahlara sevkedebilir. Bununla beraber, musibetlerin geçmesi seni ferahlandırırken, lezzetlerin bitmesi ise sana elem getirir. Bu itibarla kaderden sana gelecek her şeye razı ol ki, kederlerden ve sıkıntılardan kurtulasın."

Kadere iman etmenin kalbe vermiş olduğu ferahlık, tevekkül etmenin verdiği kuvvet, insanı keder ve elemlerden muhafaza ediyor. Bu da kişinin huzurlu bir hayat sürmesine vesile oluyor. Bundan gelecek lezzet ve ferahlık fazlası ile seni mes’ud edecektir. Bir kul olarak kendine düşen vazifeleri hassasiyetle yerine getirdikten sonra, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a tevekkül etmekle mahlûkat âleminden gelecek zararlara ve tehlikelere lüzumunden fazla ehemmiyet vermez. Hava âlemini O’nun emrinde bilir, fırtınadan korkmaz. O unsurun cansız ve iradesiz olduğunu, kendi başına hiçbir icraat yapamayacağını çok iyi bilir. Ancak, bir âyet-i kerîmede haber verildiği gibi, o unsurun vereceği zararların, sadece âsi insanlara mahsus kalmayıp çok masumlara da dokunabileceğini dikkate alarak, Rabbine sığınır ve rahmetine iltica eder.

İnsan, hırs ve gaflet ile fani lezzetlerin peşinden koşmak yerine, kadere teslim olmalı, kısmetine rıza göstermelidir. Gaflet ile elde edilen lezzetler insana manevî elemler veriyor, bir lezzet tatsa, arkasından on tokat yiyor. Böyle bir lezzetin peşinden koşmaktansa kaderin bize tayin ettiği meşru lezzetler ile iktifa etmek, daha güzeldir.

  • “Kadere iman eden¸ kederden emîn olur.”

Kadere iman eden, her şeyin tedbir ve dizgininin Allah’ın kudret elinde olduğunu bilen bir mü’min hiç bir şeyden korkmaz ve endişe etmez. Zira o bilir ki, Allah bir musibeti alnına yazmış ise, bundan kurtuluş yoktur. Eğer yazılmamış ise, hiçbir güç o musibeti onun başına bela edemez. Bu tevekkül ve düşünce, mü’mini rahatlatır ve cesur kılar.

Allah’a iman ve tevekkül etmek, bir insanda ne kadar inkişaf ederse, dünyanın sıkıntı ve elemlerinden de o kadar emin ve selametli olur. Her şeyin tedbir ve dizgini Allah’ın elinde olduğuna göre, zarar ve menfaat de O’nun elindedir. İnsan, menfaatin elde edilmesinde yahut zararın def’inde sadece kendisine düşen vazifeyi hakkıyla yapacak, ondan sonra Rabbine tevekkül edecektir. İşte bu teslimiyet ve tevekkül, insanı bütün zararlı vehimlerden emin kılar, kalbine ve ruhuna ferah bahşeder.

Başına bir musibet geldiği zaman da; “Biz Allah'a âidiz; neticede yine O'na döndürüleceğiz…” diyerek Allah'a iltica eder, sabır ve rıza ile karşılar. O zaman başımıza gelen musibet bile hayra ve güzelliğe dönüşür.

"Kadere imân o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız, şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

"İki adam bir padişahın pâyitahtına giderler, o padişahın mahall-i garâip olan has sarayına girerler. Biri padişahı bilmez, o yerde gasıbâne, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat, o bahçe, o sarayın iktizâ ettikleri idare ve tedbîr ve vâridât ve makinelerini işlettirmek ve garip hayvanâtın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemâdiyen ızdırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Her şeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edepsiz adam, te’dib sûretiyle hapse atılır."

"İkinci adam padişahı tanır; padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizâm-ı kanunla cereyan ettiğini, Her şey bir programla, kemâl-i suhûletle işlediğini itikat eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp, kemâl-i safâ ile o cennet-misâl bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip, padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinâden her şeyi hoş görür, kemâl-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ sırrını anla."(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Emirdağ Lahikası-I, 148. Mektup.
(2) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Üçüncü Mebhas.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.548
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Hasan alkan

allah razı olsun

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...