Kâinatın gündüz rengini alıp ilahi nurla dolmasını ve اَللهُ نوُرُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ayetini okumasını nasıl anlarız? Ayrıca bu ayet hakkında biraz açıklama yapar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Küfür karanlığına düşen bir insan, kâinattaki eşyanın sadece şekillerini, vazifelerini, faydalarını bilir; ama onları kimin yarattığını, kimin emrinde çalıştıklarını, onlara bu hususiyetleri kimin taktığını bilmez. Bunun neticesi olarak da o eşyada tecelli eden esma-i ilahiye o kişinin nazarında gizlenir.

Üstadımızın şu ifadeleri bu manada bize ışık tutar:

"Nimet içinde inam görünür; Rahman'ın iltifatı hissedilir. Nimetten inama geçsen, Münim'i bulursun."(1)

Meyvenin insan için bir nimet olduğu, bu nimetin ise Allah’ın bir inamı, yani onun ikram ve ihsanı olduğu ancak iman nuruyla görülebilir. Küfür karanlığında meyvenin sadece şekli ve rengi görülür, özellikleri ve insana olan faydası bilinir.

Ağacın, insana ihsan ve ikramda bulunmaktan çok uzak olduğu düşünülecektir ki, nimetten inama geçilebilsin. İşte iman nuru, her şey gibi o meyveyi de aydınlatır ve o meyveyi yiyen insanı nimetten inama geçirir ve onun akıl ve kalbine Münim’i (nimeti vereni) gösterir. “Allah, göklerin ve yerin nurudur...” (Nur, 24/35) ayetinin bir manası o meyvede böylece kendini okutmuş olur.

Nur Külliyatı'nda vücut (varlık) için nur, adem (yokluk) için zulmet ifadesi kullanılır. Bir şey yaratıldığında onda varlık nuru kendini göstermiş olur. Bu nur, canlı-cansız bütün varlık âleminde görülür. Bu varlıklardan hayat sahibi olanlarda, vücut nuru yanında hayat nuru, görme, işitme nurları gibi çok nurlar parlar. Hayat sahipleri içerisinde de insanlar akıl nuruna sahip olmuşlardır; bu nur ile eşyanın vazifeleri, faydaları, hikmetleri bilinir. İman eden insanların ise kalplerinde hidayet nuru parlar.

Allah’ın bir ismi Nur’dur ve bütün isimleri nuranidir. Gökler ve yer Allah’ın bu nurani isimlerinin ve sıfatlarının tecellileridirler. Ayet-i kerimede bu hakikat çok veciz bir şekilde ders verilmiştir.

Bazı âlimler, en büyük nurun vücut (varlık) nuru olduğundan hareketle, Allah’ın varlığının vacip olduğu, bütün varlıkların onun yaratmasıyla vücut bulduğu noktasında “Allah, göklerin ve yerin nurudur...” (Nur, 24/35) ayetini, onlara “Varlık nurunu veren odur.” şeklinde açıklamışlardır.

On Altıncı Söz’deki şu ifade bu ikinci görüşü yansıtmaktadır:

“... şu umum envâr ve bütün nuraniyat onun envâr-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zılali;..”(2)

“Kesif zılal”; koyu bir gölge demektir. Allah’ın vacib olan varlığına nisbetle bütün mahlukatın mümkin olan varlıkları kesif bir gölge gibi sönük kalırlar.

İlim nur, cehalet zulmettir. Bütün insanların ve meleklerin ilimleri Allah’ın “Alîm” isminin kesif bir zılali gibidir.

Keza bütün varlıkların hayatları Muhyi (hayat verici) isminin birer tecellisidirler. Cenab-ı Hakk’ın hayatına nisbetle bütün hayatlar koyu bir gölge gibi sönük kalırlar.

Allah’ın Kadir, Basîr, Semi’ gibi sair isimleri de bu üç misale kıyas edilebilir. Bütün ilahi isimler Güneş gibi, bütün tecelliler ise kesif birer gölgedirler.

Dipnotlar:

1) bk. Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam.

2) bk. age., On Altıncı Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...