"Kendi ubudiyetimiz ve bu nâkıs hizmetimizle bize delil bir mürşid ve bir şefî olmadıkça saadet-i ebediyeye vâsıl olmak ne kadar uzak. Heyhat!.." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Bizler kendi ubudiyetimiz ve bu nâkıs hizmetimizle bize delil, bir mürşid ve bir şefî olmadıkça saadet-i ebediyeye vasıl olmak ne kadar uzak! Heyhât, hayat-ı dünyeviye düm düz değil. Hissiyat-ı beşeriye tebeddüle pek müstaid."(1)

Bu paragrafta Allah’ın rahmeti, Peygamber Efendimiz (asm)'in şefaati ve Risale-i Nur'un himmeti olmadan, bizim kendi eksik ve kusurlu amellerimizle kurtulmamız ve ahireti kazanmamız mümkün değildir, deniliyor.

Dünya hayatı öyle dümdüz değil, inişli çıkışlı, eğri büğrü bir yapıya sahiptir. Bir bakmışsın ibadet ve takva ehlisin bir de bakmışsın nefsin elinde oyuncak olmuşsun. İnsan hissiyatı çok değişken ve kararsızdır; bu sebepledir ki, insan dünya hayatında her daim büyük bir tehlike içindedir.

İnsanın ameline güvenmesi ucubtur. Ucb; insanın kendi ameline güvenip, Allah’ın azabından emin olmasıdır.

“Halbuki a’male güvenmek ucbdur. İnsanı dalalete atar. Çünki insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.” (Mesnevi-i Nuriye)

İnsanın işlediği amellere güvenmesi, “Ben bu amelleri işledikten sonra artık cehenneme gitmem” diyerek cennetini garanti görmesi dalalettir. İnsan yaptığı iyiliklere sahip çıkamaz, kendi meziyeti ile iftihar edemez ve gururlanamaz Zira her hayır ve her güzellik Allah’tandır, O’nun ihsanıdır. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur: “Sana bir güzellik isabet ederse bu Allah’tandır, bir kötülük isabet ederse o da nefsindendir.” (Nisa Suresi, 4/79)

Başımızdaki saçları biz yapmadığımız gibi, ağacın başındaki meyveleri de ağaç yapmış değil. Ne biz failiz (o işlerin yapıcısıyız), ne de o ağaç. O halde, ne saçlar bizim kendi malımız, ne de meyveler o ağacın.

Bizden bir iyilik sudur ettiğinde kendimizi suyun çıktığı toprak yahut ışığın aksettiği ayna gibi görmeliyiz. “Toprak suyu yapmadığı gibi ben de bu iyiliğin hakiki faili değilim. Veya ışık aynanın malı olmadığı gibi, bu kemalat da benim değil” demeliyiz. Ancak, o iyiliğe mazhar olduğumuz için de Rabbimize şükretmeliyiz. Her kimde bir meziyet, güzellik ve kemal varsa, İlahî birer ihsandır, ikramdır.

Yüce Allah insanı en mükemmel bir şekilde terbiye etmiş, mahlûkatın en şereflisi olarak yaratmış, akıl, şuur ve nutuk gibi en büyük nimetleri ona ihsan etmiştir. Arıyı bal yapabilecek şekilde terbiye eden, ipek böceğini ipek dokuyabilecek biçimde yaratan, ağacı meyve verecek şekilde tanzim eden Allah, insanı da hayırlı işler yapabilecek bir fıtratta ve kabiliyette yaratmıştır. Arı balıyla, ağaç meyvesiyle, tavuk yumurtasıyla, sığır sütüyle iftihar edemeyeceği gibi, en mükemmel bir istidatta ve hayırlı işler yapabilecek bir fıtratta yaratılan insan da meziyetleriyle iftihar edemez, iyilikleriyle gururlanamaz. Zira “İnsanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.” (Mesnevi-i Nuriye)

Bütün aynalarda tecelli eden ışık, güneşten geldiği gibi, insandaki her güzellik de Allah’tan gelmektedir. İnsana düşen meziyetleriyle ve iyilikleriyle gururlanmak değil, o nimetlerden dolayı Rabbine şükretmektir. İnsana yakışan şöhret değil, tevazudur, kendini methetmek değil, istiğfardır. Yüce Allah, servet ve makamıyla, ilim ve kudretiyle gururlanan kişiye merhamet nazarıyla bakmaz.

(1) bk. Barla Lahikası, (193. Mektup: Zekai'nin Fıkrasıdır)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.261
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...