"Kerâmâta, keşfiyata, müşahedata yetişen binlerce evliya, vahdâniyete delâlet ettikleri gibi,.." Hristiyan azizlerinin gösterdikleri hârikulâde hâllerini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İslam itikadında fevkalade durumlar mu’cize, keramet ve istidrac olmak üzere üç başlık altında değerlendirilmiştir.
Mu’cize, sadece peygamberlerin mazhar olduğu harikulade hallerdir. Mu’cize; aciz bırakan, Allah’tan başka kimsenin yapması mümkün olmayan fiillerdir. Resullullah Efendimizin (asm.) parmaklarından suyun akması, az bir taamla bir ordunun doyurulması, bir parmağının işaretiyle kamerin iki parça olması gibi binlerce mu’cizesi var.
Mu’cize aklın anlamaktan aciz kaldığı hâdiselerdir; Üstad Hazretlerinin beyan ettiği gibi “Allah’ın fiilidir.”
Mu’cizenin en bariz ve ve mühim hususiyeti, tahaddi yani meydan okumadır. Yani peygamberler -Allah'ın izniyle- mu’cizeleri göstererek ve meydan okuyarak peygamberliklerini izhar ederler. Bu da onların Allah’ın müstesna ve seçilmiş bir elçisi olduğunu gösteriyor. Yoksa peygamberlerin peygamber olduğunu bilmemiz mümkün olmazdı.
"Mu’cize ise, Hâlık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir, sadakte hükmüne geçer. Nasıl ki, sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki, 'Padişah beni filân işe memur etmiş.' Senden o dâvâya bir delil istenilse, padişah 'Evet!..' dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse, 'Evet!..' sözünden daha kat’î, daha sağlam, senin dâvânı tasdik eder."(1)
Bir şeyi dava etmek, iddia etmek, tahaddi ile meydan okumak ancak peygamberlere has bir vasıftır. Onlar nübüvvetini insanlara gösterip ilan etmek için bu yola başvururlar ve vurmaları da gerekir.
Bir kişinin; "Ben evliyayım" diye davada ve tahaddide bulunmaları caiz olmadığı gibi, dalalet olur. Bu yüzden, evliya ve âlimler daima tevazu içinde, kendine layık görülen makamları kabul etmeyip geri çevirmişler. Kendilerini daima en kusurlu olarak telakki etmişler ki, bu manevî bir kemaldir.
Şayet birisi kalkıp "Ben evliyayım" diye dava ve tahaddide bulunuyor ise, bu kimse ya meczuptur ya da hayalperesttir. Tarihte ve günümüzde böyle dava ve tahaddi ile “ben evliyayım ya da büyük bir âlimim” diyen meczup ve hodfuruşlar çok çıkmış.
Keramet; değerli, üstün, güzel ve ikram mânasına gelir.
Keramet; salih kullardan zuhur eden harikulade hâller demektir.
Keramet; Cenab-ı Hakk’ın sevgili kullarına bir ikramı ve kalplerine ilka ettiği bir ilhamıdır.
Keramet; nefsini terbiye ve ıslah edip, manevî kemalata kavuşan velilerin mazhar oldukları fevkalade bir durumdur. Allah’ın sevgili kullarının hakkalyakine varan imanları, azamî ihlas üzere yaptıkları kâmil ibadetleri, güzel ahlâkın bütün şubelerinde en mükemmele ermeleri, onlara Hak katında öyle bir makbuliyet kazandırıyor ki, bunun alameti ve tezahürü olarak kendilerine kerametler ihsan ediliyor; başka insanların mazhar olamadıkları büyük ikramlara kavuşuyorlar. Bir anda birkaç yerde bulunabiliyorlar, yerde iken arşı temaşa edebiliyorlar.
Evliyada kerametin zuhuru hadd-i tevatüre vasıl olmuştur, inkârı mümkün değildir. Keramet-i evliyada tereddüt ve şüpheye mahal kalmayacağına ehl-i sünnet âlimleri müttefiktirler.
Hak dinin dışında kalan insanların keramete mazhar olması mümkün değildir. Keramet meydan okunarak gösterilmez. Keramet, Allah’ın bir lütfu ve ikramıdır, ne zaman olacağı da belli değildir. Ayrıca keramete mazhar olan veliler, bu durumları açıktan ilan etmezler, hatta gizlemeye çalışırlar.
Keramet haktır, ancak o da Cenab-ı Hakk’ın iradesine bağlıdır. Bunda kulun iradesinin ve kesbinin bir tesiri yoktur. Cenab-ı Hakk’ın bu ihsanı ve ikramı, peygamberin eliyle olursa mu’cize, evliyanın eliyle olursa keramet olur.
İstidraç ise, kâfir ve itikadı bozuk olan, hatta ateist kimselerin bile mazhar olduğu fevkalade durumlardır. Lenin, Stalin, Firavun, Süfyan gibi azılı kâfirler, birtakım istidraçlara sahip olmuşlar. Mesela, Firavun'un ömründe bir kez baş ağrısına tutulmaması hem bir istidraç hem de bir mekr-i ilahîdir.
“İstidraç, küfrü veya fasıklığı açıkça görülen kimsenin elinde, isteğine uygun olarak zuhur eden harikalıklardır.” (Muvazzah İlm-i Kelâm, s. 176.)
Nitekim Fıkh-ı Ekber Şerhi’nde zikredilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Allah’ın, isyana devam eden kişiye istediği nimetleri verdiğini gördüğün zaman bu bir istidraçtır.” (Fıkh-ı Ekber Aliyyü’l-Karî Şerhi Tercümesi, s. 195.)
Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Keramet ile istidrac mânen birbirine mübayindir. Zira keramet, mu’cize gibi Allah’ın fiilidir. Ve o keramet sahibi de kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ın kendisine hâmi ve rakîb olduğunu da bilir. Tevekkül-ü yakîni de fazlalaşır. Lâkin bazan Allah’ın izniyle kerametlerine şuuru olur, bazan olmaz. Evlâ ve eslemi de bu kısımdır.
İstidrac ise, gaflet içinde iken eşya-yı gaybiyenin inkişafından ve garib fiilleri izhar etmekten ibarettir. Fakat bu istidrac sahibi, nefsine istinad ve iktidarına isnad etmekle enâniyeti, gururu öyle fazlalaşır kiاِنَّمَااوُتِيتُهُعَلَىعِلْمٍ okumaya başlar. Lâkin o inkişaf, tasfiye-i nefs ve tenevvür-ü kalb neticesi olduğu takdirde, ehl-i istidrac ile ehl-i keramet arasında tabaka-i ûlâda fark yoktur. Tam manasıyla fenaya mazhar olanlar ise, onlara da (Allah’ın izniyle) eşya-yı gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da, o eşyayı fenâ fillâh olan havaslarıyla görürler. Bunun istidracdan farkı pek zâhirdir.Zira zâhire çıkan bâtınlarının nuraniyeti, mürâîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.” (Mesnevi-i Nuriye)
İstidracın sihirle de yakından alâkası vardır. İstidraç ehli, sihirle, yapılmayanı “yapılmış” gösterir. Mesela, cam yemediği veya şiş batırmadığı hâlde, insanlar onun cam yediğini veya vücuduna şiş batırdığını zannederler.
Netice olarak, Allah’a itaat etmeyen, O’nun yasak kıldığı fiilleri işleyen kimselerde görülen cam yemek, vücutlarına şiş sokmak gibi haller keramet değil, istidraçtır.
Bu yüzden, kâfirlerde görünen harikulade durumlara itibar edilmez. Faraza bir papaz fevkalade bir duruma mazhar olmuş olsa, bu durum onun hak olduğuna delil olmaz. Şayet fevkalade durumlar tek başına hakka şahid olmaya kâfi olsa idi, Firavun da hak ve muteber olurdu.
(1) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, İkinci Nükteli İşaret.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü