"Küfrün divaneliğiyle, dalâletin sekriyle, gafletin şaşkınlığıyla, fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan bir lâtife-i insaniye sukut eder." Cümlesi ile dördüncü meseleyi izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Evet küfrün divaneliğiyle, dalâletin sekriyle, gafletin şaşkınlığıyla, fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan bir lâtife-i insaniye sukut eder; ebedî şeyler yerine fâni şeyler alır, yüksek fiyat verir. Fakat mü’minde dahi bir maraz-ı asabî bulunuyor veya maraz-ı kalbî var. O dahi, ehl-i dalâlet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir. Lâkin çabuk kusurunu anlar, istiğfar eder, ısrar etmez."(1)
Buradaki latifeyi iki şekilde anlamak mümkün. Birincisi, insanın tamam-ı mahiyetidir, yani bütün fıtratıdır . Zira Allah insanın fıtratını ebedî âleme göre tanzim etmiştir. İnsanın istidadı, bütün aza ve latifelerinin yönü ve yüzü ahirete çevrilmiş, ona müteveccihtir ve onunla tatmin olabilecek bir mahiyettedir. Hatta insanın en basit ve en zayıf bir duygusu olan hayal bile, bu fani dünya ile tatmin olamıyor. Ama küfür ve dalalet bunların yüzünü ahiretten dünyaya çevirtiyor.
İkincisi, latifeden maksat ise, kalb-i insanîdir. Allah insana iman, zikir ve ebed ile tatmin olabilecek mahiyette ve genişlikte bir kalp vermiştir. Bu sebeple kalbin fani olan mahlûklara âşık olması ve onlar ile meşgul olması, kalbin manevî bir hastalığı hatta kalbî bir şirktir. Zira Allah kalbi, insana sadece kendisini sevmesi için tahsis etmiştir.
"Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Kalpler ancak Allahın zikriyle tatmin olur." (Rad,13/28)
Ayeti de bu manayı ihtar ve ikaz ediyor. Bu yüzden, insan kalbini tatmin edip doyuracak tek mâşuk ve tek mahbub Allah’tır.
“Ama küfrün divaneliğiyle, dalâletin sarhoşluğuyla, gafletin şaşkınlığıyla, fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan insanın kalbi veya bütün fıtratı sukut eder; ebedî şeyler yerine fâni şeyler alır, onlara haddinden fazla yüksek fiyat verir; yani yüzünü ve yönünü Allah ve ahiret yerine dünya ve fani şeylere çevirir.”
"Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve Ebedî Zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul." (17. Lem’a, 1. Nota)
Kalb insanın duygularının ve mahiyetinin sultanı hükmündedir. Yani insanın beden ülkesinin sultanı kalbtir. Kalb istikamet içinde olursa, ona tâbi olan diğer duygu ve latifeler de ona uyarak düzgün ve istikamet içinde olur. Bu inceliğe Peygamber Efendimiz (asm.) şu şekilde işaret ediyor:
“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buharî, İman, 39)
Kalb; hem imanın, hem marifet ve muhabbetin yuvası ve karargâhı olması hasebi ile bütün duygularımızın ve latifelerimizin sultanıdır. Kalb, çam kozalağına benzeyen bir et parçasından ibaret değildir.
"Kalbden maksad, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır."(İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 7. ayetin tefsiri)
Kalb, vicdandan gelen hissiyat ile dimağdan yani akıldan gelen fikirlerin şekillendiği bir latifedir.
Her şeye kıymeti nisbetinde kıymet vermek gerekir. Eğer kıymetsiz bir şeye çok kıymetli bir şeymiş gibi değer verilirse, bu kişinin akıl sağlığının normal olmadığını gösterir. Delirmiş Yahudi bir elmasçının kırık cam parçalarına elmas fiyatı vermesi, onun akılsız olduğunu kat’î bir şekilde gösterir. Hâlbuki akıl ve muhakemesi yerinde olan birisi her şeye kıymeti kadar ehemmiyet atfeder.
İşte bu kaideye binaen dünya ve içindekiler ahiret hayatına kıyasla bir cam parçası gibidir. Zira ahiret hayatı ebedî ve sonsuz iken dünya hayatı çabuk söner geçer bir saman alevi gibidir. Elbette dünya ahiret hayatına nisbetle bir cam parçası gibidir. Öyle ise ahireti kazanmak için verilmiş latife ve cihazlarımızı dünyanın gelip geçici fani şeylerinde heba etmek, aynen divane Yahudi’nin cam parçasına elmas fiyatı vermesi gibi akılsız ve muhakemesiz bir tavırdır. Dünya içindekileri ile beraber ahiretin bir tarlasına denk gelmez. Hal böyle iken divane gibi bütün ömür sermayemizi dünyanın adi ve basit şeylerinde sarf edip heba etmek akıl karı değildir.
İnsan, ahireti kazanmak için verilmiş değerli vaktini, beş paraya değmez değersiz şeylerde sarf ederse, elbette o değersiz şeyler üstünde muvaffakiyet elde eder. İnsanın bu hali dünyaya meydan okuyabilecek çok güçlü bir ordunun küçük ve savunmasız bir köye hücum etmesi ve orayı zapt etmesi gibidir. İşte kâfirlerin dünyadaki muvaffakiyetinin bir sebebi de budur. Ahiret için verilmiş duygu ve cihazlarını bütün güçleri ile dünyaya sarf ediyorlar. Bu da onlara geçici olarak dünyada bir muvaffakiyet veriyor, ama ebedî ahireti kaybediyorlar.
(1) bk. Barla Lâhikası, (220. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar