"Ebedî şeyler yerine fâni şeyler alır, yüksek fiyat verir." Ehl-i hidayet, ehl-i küfür gibi dünyaya ait işlere yüksek fiyat vermiyor. Buradan hiçbir zaman ehl-i küfrü geçemeyecek neticesi çıkmaz mı?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Galibiyet bir neticedir; bu neticeye gitmek için çok yollar vardır. Bu yollardan birisi tıkalı olsa, ama diğer yollardan gitme imkânı olduğu halde, tıkalı yola bakarak asla neticeye gidilmez denilirse, bu fasit bir düşünce olur.

On kapılı bir sarayın dokuz kapısı kilitli olsa, bir kapısı açık olsa, saraya girilmez denilemez. Galibiyet sarayının dokuz kapısı kapalı olsa, açık olan bir kapıdan girmek mümkün olabilir.

Yüksek fiyat verme meselesi mağlubiyetin çok sebeplerinden bir tanesidir, bu sebep olsa ama diğer sebepler tedavi ve ıslah edilse pekâlâ galibiyet elde edilebilir. Biz bir sebebe bakarak daimî bir hüküm ve netice çıkaramayız. Yani Müslümanlar dünyaya yüksek fiyat vermiyor, öyle ise daima ezilmeye mahkûmdurlar demek, yanlış ve hatalı bir hükümdür. Müslümanlar galibiyetin diğer şartlarını ifa ederlerse, yüksek fiyat vermeden de neticeye varabilirler. Bu gibi birçok sebep ve hâdiselerde sadece bir sebebe bakarak kesin hüküm verilmez, verilirse fasit olur.

Bir diğeri ise, Müslümanın dünyaya çok çalışması yanlış değildir. Yanlış olan şey, sadece dünya için çalışılmasıdır. Mana-yı harfi ile dünyaya bakmak ve bu açıdan çalışmak ibadettir, fazilettir ve teşvik edilmiştir. Üstad'ın ifadesi ile Müslümanlar dünyayı kalben terk edecek ama kesben sarılacaktır.

Bu konuda Üstad'ın şu beyanlarına kulak verelim:

"İkinci sual: Diyorlar ki: Ehl-i velâyet ve ashâb-ı kemâlât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadiste var ki, “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.” Halbuki Sahâbeler dünyaya pek çok girmişler. Terk-i dünya değil, belki bir kısım Sahâbe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki, böyle Sahâbelerin en ednâsına, en büyük bir velî kadar kıymeti var diyorsunuz?"

"Elcevap: Otuz İkinci Söz'ün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki, dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esmâ-i İlâhiyeye mukabil olan yüzünü sevmek sebeb-i noksaniyet değil, belki medar-ı kemâldir. Ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse, daha ziyade ibadet ve marifetullahta ileri gider. Sahâbelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler. Mevcudatı, esmâ-i İlâhiyenin âyinesi görüp, müştakane temâşâ edip bakmışlar. Fenâ-i dünya ise, fâni yüzüdür ki, insanın hevesâtına bakar."
(1)

Maneviyat büyüklerinin, kalpleri mahlûkattan keserek Hâlık’a bağlamak üzere yaptıkları hikmetli tavsiyeleri ibretle okuruz. Bu tavsiyeler, bazılarınca yanlış değerlendirilir ve dünya hayatından fiilen çekilme gibi, İslâm’ın cevval ve faal ruhuna taban tabana zıt bir yola girilir. Böyle bir hataya düşmeyelim diye, Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu dünyanın "üç" yüzü olduğunu ortaya koyar ve bunlardan "ikisinin" muhabbete lâyık olduğunu ifade buyurur. Sevilmeye lâyık olan bu yüzler: "İlâhî isimlere ayna olma" ve "âhirete tarla olma" yüzleri.

Şu sınırlı akıllar, varlığı mahlûkatına benzemekten münezzeh ve bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ı hakkiyle bilemezler. Ancak, O’nun bir kudret ve san’at mûcizesi olan şu kâinatı ve içindeki mahlûkatı tefekkür ile isimlerinin ve sıfatlarının kemâline hayran olurlar. O halde insan, Rabbini bilmede kendisine rehberlik eden bu dünyayı, bu yönüyle elbette sevecektir.

Ve yine insan, ebediyet yolcusu. O âlemdeki her nevi saadetin tohumları, bu dünya hayatında saklı. Ne kadar çok tohumu, ne ölçüde ekebilir ve bakımını ne nisbette yapabilirse, âhirette o kadar kârlı çıkacak. Bu yönüyle de insan elbetteki cennet tarlası olan dünyasını sevecektir.

Dünyanın üçüncü yüzü, "nefsin heveslerini tatmin etme" yüzüdür. Dünyanın bir oyun ve eğlence olduğunu ders veren âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler bu üçüncü yüze bakıyor.

“Nur-u Kur’an ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var. Birisi, Esma-i İlâhiyeye bakar, onların âyinesidir. İkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasıdır. Üçüncü yüzü, ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır." (Lem’alar)

Hikmetler deryası bir hadis-i şerif: “Benimle dünyanın misâli, yaz gününde bir ağacın gölgesinde konaklayan yolcunun hâline benzer ki, bir süre kaldı ve kısa zaman sonra da gitti.”

O hidayet rehberimiz, o uzun sayılmayacak ömründe, bu dünyada bir fâninin erişmesi mümkün olan İlâhî marifet ve muhabbeti kemâliyle zevketti; ebedî hayatın bütün levazımatını yine kemâliyle tedarik etti. Ve herbiri insanlık semasının ayrı bir yıldızı olan yüzyirmidörtbin sahabî yetiştirerek, dar-ı bekaya teşrif buyurdu.

İşte, bizim benzemeye çalışacağımız rehberimiz!

Ve işte bizim uğrunda her şeyimizi feda etmemiz gereken ulvî gayemiz!

Bu gayeyi hakkıyla idrak edebilsek, bir insanın imanının kurtuluşuna vesile olmayı bu fâni dünyanın en büyük kazancı sayarız. O tek insan bizim için tükenmez bir servet ve manevî hayatımız için en hayırlı bir varis olur. Zira, onun yapacağı bütün ibadetlerin bir misli de bizim sevap hanemize geçecektir. Ama malımızın varisleri öyle değil. Onların verecekleri zekât ve sadaka kendileri içindir. Bizim için hususî bir hayır yaparlarsa ne alâ. Onu da ancak evlâtlarımızdan bekleyebiliriz. Torunlarımızda hayır defterimiz kapanır. Ben bugüne kadar dedesinin hayrına bir fakiri doyuran, yahut bir hisse kurban kesene henüz rastlamadım.

Öyle ise geliniz, hayrımızı bu dünyada yapalım; kurbanlarımızı kendi elimizle keselim.

Öteye lâzım olacak bütün ihtiyaçlarımızı buradan gönderelim ki, oraya vardığımızda gözümüz postada kalmasın.

O büyükler, dünyanın üstünde yürüdüler, içine ise asla girmediler.

"Dünyadan da nasiplerini unutmadılar." Lâkin, sadece nasiplenmek için bu dünyaya gelmediklerini bilerek yaşadılar...

Gelmişken ondan da birkaç lokma aldılar ve devam ettiler yollarına...

(1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.188
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...