"Küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i azamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın aynalarında cilveleri tezahür eden..." devamıyla açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Her şey kendi lisanınca Allah’ı tesbih etmekte, onun isim ve sıfatlarına ayna olmakta ve onun varlığını ve birliğini ilan etmektedir. Allah kâinattan matlup olan ilahi maksatlarını kör, sağır, miskin ve aciz sebeplere kaptırmaz, onlara bozdurmaz. Varlıkların yaratılışını sebeplere vermek, onların başıboş görmek ise şirk ve zulümdür; affı kabil değildir, cezası sonsuz ve elim bir azaptır.
Mesela, Rezzak ismi kâinattaki bütün canlıların rızkını mükemmel bir ahenk ve titizlikle temin ediyor. İnsan bu ismin tecellilerini okuyup, önce Rezzak isminin manasını ve hükmünü talim edip, sonra bu ismin sahibi Allah’a intikal etmesi gerekirken, onu tanımamak ve inkâr etmek, hem Rezzak isminin hukukuna bir tecavüzdür.
Bu sebeple inkâr ve küfür ebedî bir cehennemi iktiza ediyor. Bunu diğer isimlere de tatbik edebiliriz. Mesela, şifa güzel ve tatlı bir nimet olup, Şafi ismine işaret ediyor iken, insan bu şifa nimetini sebepler olan ilaçlara verse, aynı zulüm ve çirkinliği irtikâp etmiş olur.
Yine küfür, kâinattaki bütün mevcudatın haklarına bir tecavüz bir hakarettir. Kâinatın birinci maksadı Allah’ı insanlara tanıtmak ve sevdirmektir. Bütün mevcudat bu maksada hizmet ederken, insanın bunu görmezden gelmesi ve inkâr etmesi, bir cihetle atomdan gezegenlere kadar her mevcudun hareket ve vazifesini hafife almak olup, onların haklarına bir tecavüzdür.
Öyle ise inkâr, neticesi itibari ile çok büyük ve zulümlü bir harekettir.
Diğer bir husus; nasıl mahkemede suçun yanında bir de kamu davası açılır. Aynı şekilde küfür ve şirk sadece Allah’ın izzet ve azametine dokunan bir suç değil, ayrıca bütün kamunun da hakkına bir tecavüz olmasından, Allah o kâfirden bütün mahlukat namına hesap sorup, cezalandıracaktır.
Bir insan bedenini bir gemi olarak düşünelim, bu gemide hücre, aza ve organ olmak üzere milyonlarca tayfa çalışıyor. Hepsinin gayesi, beden sahibinin çizdiği rota dâhilinde sahil-i selamete gitmektir. Bu yüzden o hücre ve azalar vazifesini mükemmelen yapıyorlar.
Ama beden gemisinin dümeni insanın iradesine verilmiş. İnsan ise hücre ve azaların çalışmasını ve vazifesini dikkate almayarak dümeni beden sahibinin razı olmadığı yönlere çevirirse ve asıl maksat olan sahil-i selamete vardırmazsa, o zaman vazifesini mükemmelen yapan her bir aza ve hücre, o insandan şikâyetçi ve alacaklı olurlar.
Netice olarak, mevcudatın asıl yaratılma gayesi ve varlıklarının devam etme sebebi, Allah’ın bütün isim ve sıfatları ile insana kendini tanıtmak ve sevdirmek istemesidir. İnsanın en büyük vazifesi de Allah'ı iman ile tanımak, ibadet ile de sevmektir. Koca kâinatın çarkları insanın iman ve ibadetine hizmet ederken, insanın küfür ve dalalet ile bu vazifeyi terk etmesi, hem kâinatın hukukuna bir tecavüz hem de Allah’ın isimlerine bir hakarettir.
Yirmi Üçüncü Söz’de küfrün büyük bir seyyie ve azim bir tahrip olduğu üç ayrı yönüyle nazara veriliyor:
"Küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder..."
Üstadımız “İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,…” buyuruyor. Buna göre bir insan herhangi bir günah veya isyana girdiğinde bu menfi hareketini bütün bir kâinatın yardımıyla yapıyor. Mesela kumar oynuyorsa bedenindeki bütün organlardan yer küresine, havaya, Güneş'e kadar her şey onun bu işine yardımcı olmuş oluyor. Bu ise kâinata büyük bir hakarettir.
Bütün varlık âlemi esma-i İlahiyenin tecellileri olduğundan kâinatın tahkiri, bütün esma-i İlahiyenin tezyifini netice verir. İnsan bütün esmaya mazhar olduğundan böyle şerefli bir mahluku küfür bataklığına düşürmek büyük bir cinayettir.
Bazen büyük bir devletin küçük bir elçisini hiçe saymak, gönderdiği mektubu yırtmak savaş sebebi olabiliyor. Bu noktada elçinin ve mektubun küçüklüğüne değil, yapılan hakaretin büyüklüğüne bakılır. İnkârcılığı meslek edinen kâfir de Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed’i (asm) ve Allah’ın fermanı olan Kur’an-ı Kerim'i hiçe saydığı için büyük bir cinayet işlemiştir. Bunun da cezası ebedî cehennemdir.
Her şey kendine mahsus bir lisanla, “Allah vardır, birdir, her şeyin sahibidir, bizler de onun mahlukları, onun mektuplarıyız.” derken, kâfir bu hakikati inkâr etmekle bütün varlık âlemini yalancılıkla itham etmektedir.
Ağzından çıkan bir kelimeye bile manasız denilmesine kızan insan, bütün kâinata “manasız” demekle, sanatkârının hukukuna büyük bir tecavüz etmiş olmaz mı?
Bütün mahlukat Allah’ın birer memurudurlar. Kâfir ise onları memuriyet makamından düşürüp, vazifesizlikle ve gayesizlikle itham eder.
İşte Cenab-ı Hak, mahlukatının hukukuna yapılan bu tecavüzlere karşı kâfiri ebedî cehennem hapsine mahkum eder.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Sorunuzun cevabı için tıklayınız:
Fetret ehlinin, yani İslam'dan haberi olmayanların sorumluluğu var mıdır?