"Esmâ-i İlâhiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz, hem o esmâya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzip ile hukuklarına tecavüz..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bütün mahlûkatın hakikatleri esmâ-i İlâhîyeye istinad ettiğinden, mahlûkata yapılan bu tahkir esmâ-i İlâhiyeyi inkâr ve tezyif mânâsı taşır. Yani o mükemmel tecellileri ehemmiyetsiz görür, dikkate almaz, düşünmeye değer bulmaz. Bu ise, o esmâya karşı büyük bir cinayettir.

Ayrıca mahlûkatı da “terzil” etmiş ve hukuklarına tecavüz etmiş olur. Yani, Allah’ı tesbih eden o varlıkları kendi isyanına ortak eder, küfür ve isyan yoluna onların yardımlarıyla girer. Bu ise o varlıklara büyük bir hakarettir.

Mesela; Rezzak ismi bütün canlıların rızkını mükemmel bir ahenk ve hassasiyetle temin ediyor. İnsan bu ismin tecellilerini okuyup, önce Rezzak isminin mânasını ve hükmünü talim edip, sonra bu ismin sahibi ve kaynağı olan Allah’a intikal etmesi gerekirken, bütün rızıkları sebeplere taksim ederek, ne ismi ne de Allah’ın Zat-ı Akdesini tanımıyor. Bu tanımamak ve inkâr, hem Rezzak isminin hukukuna bir tecavüzdür, hem de o ismin sahibi olan Allah’a bir hakarettir. Bu sebeple inkâr ve küfür ebedî bir cehennemi iktiza ediyor.

Mesela, şifa güzel ve tatlı bir nimet olup, Şafi ismine işaret ediyorken, insan bu şifa nimetini sebepler olan ilaçlara verse, aynı zulüm ve çirkinliği irtikâp etmiş olur.

Allah’ın isim ve sıfatları sonsuz olduğu için, bir çiçeği yaratmak ile bütün baharı yaratmak, O’nun kudreti karşısında eşittir. O’nun isim ve sıfatları, kâinatı ve mahlûkatı öyle bir sarmalamış ve kuşatmış ki; mahlûkat -büyük olsun küçük olsun fark etmez- O’nun tasarruf ve idaresindedir. Küçük bir atom, küçüklüğüne güvenip O’nun sonsuz ilim ve kudretinden gizlenemeyeceği gibi, Güneş de; büyüklüğüne güvenip itaatsizlik edemez. Zira “her şeyin dizgini” Allah’ın kudret elindedir.

Allah, kâinatı ve şuur sahibi varlıkları kendini tanıtmak ve sevdirmek için yaratıyor. Öyle ise bu gayeyi zedeleyen ve en büyük zulüm olan şirki asla affetmez. Allah, kâinattan matlup olan İlahî maksatlarını miskin ve aciz olan sebeplere yedirmez, onlara bozdurmaz. Bu sebeple kâinatın her şeyi üstünde müthiş bir cebir ve izzet ile kendini ihsas edip ilan ediyor. Bu ilana göz kapamayı veya inkâr etmeyi de sonsuz bir azap ile cezalandırıyor.

Bütün mevcudat bu maksat etrafında hâlelenmiş hizmet ederken, insanın bunu görmezden gelmesi ve inkâr etmesi, bir cihetle atomdan gezegenlere kadar her mevcudun hareket ve vazifesini hafife almak ve onların haklarına bir tecavüz etmektir. "Şirkte büyük bir zulüm vardır" ayeti, buna işaret ediyor.

Diğer bir husus; bir devlet, insanlara ve topluma maddî ve manevî zarar veren suçlulara nasıl kamu davası açıp ceza veriyorsa, aynı şekilde iman etmeyen ya da ubudiyet vazifesini yerine getirmeyen insan da kâinat sarayında hizmet eden diğer bütün mahlûkatın hukukunu çiğnemiş olduğundan, elim bir azaba dûçar olacaktır. Zira insanın iman etmemesi ve ibadeti terk etmesi şahsî bir cinayet değil, umumun hakkına yapılmış bir haksızlıktır.

Küfür ve isyanda olanlar; âlemin her şeyini, bütün faaliyetlerini, sayısız hikmetlerini, o güzel neticelerini ve kemalatını faydasız, gayesiz ve abes görmektedirler. Ayrıca küfür ve isyan; bütün bir kâinatı tahkir etmek, kıymetsiz ve mânâsız görmektir. Bütün mahlûkatın hakikatleri esmâ-i İlâhîyeye istinad ettiğinden, mahlûkata yapılan bu tahkir esmâ-i İlâhîyeyi de tezyif mânâsı taşır. Yani o mükemmel tecellileri ehemmiyetsiz görür, dikkate almaz, düşünmeye değer bulmaz. Bu ise, o esmâya karşı büyük bir cinayettir.

Küfre giren kişi; Allah’ı tesbih eden o varlıkları kendi isyanına ortak eder, küfür ve isyan yoluna onların yardımlarıyla girer. Bu ise o varlıklara büyük bir hakarettir.

Küfür; Cenâb-ı Hakk'ın varlığına ve birliğine delil olan bütün mahlûkatı, sonsuz nimetleri, lütuf ve ikramları inkârdır. Mahlûkatın şerefine, izzet ve haysiyetine tecavüzdür. Cinayeti azim olan böyle bir insanı, Cenâb-ı Hakk’ın ebedî cehenneme atması gayet hikmetlidir ve adalettir.

Büyük bir ticaret gemisinde çalışan yüzlerce insan var. Bu insanların gayesi geminin gideceği hedefe sâlimen ulaşmasıdır. Bunun için de çalışanlarının hepsi hizmet ve vazifesini eksiksiz olarak yapıyorlar. Gemide dümencilik vazifesi yapan kaptan, dümeni hedef rotasından saptırırsa veya vazifesini terk ederse sefine batar veya bir karaya oturur. Dümencinin bu hatası gemide çalışanların hakkına tecavüz olduğu, onların sa’y u gayretlerini heba ettiği için, hepsi ondan davacı olur ve hakkını almak ister.

Geminin kaptanı; "Ben sadece dümeni ters yöne çevirdim. Bu çok basit bir harekettir" diyerek kendini savunamaz. Çünkü onun küçük bir hatası ve yanlış bir hareketi, geminin karaya oturmasına veya batmasına sebep olmuş, yüzlerce çalışanın gayreti heba olmuş, hak ve hukuku çiğnenmiştir.

İşte şu kâinat büyük bir gemi hükmündedir. Bu kâinattaki unsurlar ve mahlûkat ise hava, toprak, su, güneş, hayvanat, nebatat gibi misaldeki geminin hizmetlileri ve ameleleridir. İnsan ise, bütün kâinatın hizmet ettiği kendi vücud gemisinin dümencisi hükmündedir. Vazifesi ise kâinat sahifesinde tecelli eden İlâhî isim ve sıfatları talim edip mucibince amel etmektir. Yani insanın vazifesi ve gayesi iman ve ibadettir. Kâinattaki diğer bütün mahlûkat bunun için tanzim ve terbiye edilmiş ve insanın hizmetine verilmiştir. Dolayısı ile insan, vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse, ona hizmet eden bütün varlıkların hukukuna tecavüz etmiş olur. Bu da büyük bir cinayettir.

“Meselâ küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder. Çünkü şu mevcudatın âli bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar mektubât-ı Rabbâniye ve merâyâ-yı Sübhâhiye ve memurîn-i İlâhiyedirler. Küfür ise, onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve mânidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ….” (23. Söz)

Kâinatın ve mahlûkatın yaratılış gayesi; Allah’ın varlığını, birliğini ilan etmek, isim ve sıfatlarının tecellilerine ayna olmaktır. Güneşin doğması, yıldızların parlaması, bulutların hareketi hep bu mânanın tahakkuku içindir.

Kâinat bir ağaç ise, insan bu ağacın neticesi ve en mükemmel meyvesidir. İnsanın en ehemmiyetli vazifesi ve meyvesi ise; iman ve ibadettir. Bütün kâinat, insanın bu ulvî vazifeyi yerine getirmesi için ona hizmet etmektedirler. İnsanın iman ve ibadet vazifesini terk etmesi, bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve bir hakarettir.

“Mektubât-ı Rabbâniye”: Her varlık bir Rabbanî mektuptur. Bir harf bile kâtipsiz olamazken bir mektup nasıl kâtipsiz olur!?.. Kaldı ki, kâinattaki varlıklar bizim mektuplarımıza hiç benzemez. Onlar Rabbanîdirler, yani yazılan her harf, her kelime, her cümle İlâhî bir terbiyeden geçmiştir.

Meselâ, “Elma” kelimesi kâtipsiz yazılamayacağı gibi Rabbanî bir kelime olan hakiki elma da Hâlık’sız, Sani’siz olamaz. Hakiki elma bir terbiyeden geçmiştir ve bu terbiye bütün bir âlemin müşterek çalışmasıyla vücut bulmuştur. Bu “elma” kelimesinin yazılması için topraktan, sudan, bahara, yağmura, güneşe kadar çok şeyin vazife görmesi gerekmiştir. Bizim yazdığımız “elma” kelimesinin kâinâtla bir alâkası yoktur, bir terbiyeden geçmemiştir, dolayısıyla o elma kelimesinden elma faydası edinilmez.

Diğer taraftan mevcudât “merâyâ-yı Sübhâniye’dirler.” Allah’ın isim ve sıfatlarına aynalık ederler; o isimleri gösterir, o sıfatları bildirirler.

Ve bütün bu varlık âlemi “memûrîn-i İlâhiye’dirler.” Bu memurlar, kendilerine verilen vazifeyi noksansız ve mükemmel olarak yerine getirirler.

Küfrün “bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifi”, bir önceki mes’eleyle yakından alâkalıdır. Bir varlık ehemmiyetsiz ve vazifesiz olarak görüldüğünde o varlıkta tecellî eden isimler de okunamaz olur. Âlemdeki her varlık hikmetli yaratılmıştır. Bu hikmetli yaratılış, rahmeti ve inâyeti netice vermiştir.

Mevcudâtı esmâ ve sıfat-ı İlâhiyeye ayna olmaları yönüyle değerlendirmeyen insanlar, insanlık şerefinden de mahrum kalır, âyet-i kerîmede haber verildiği gibi hayvândan daha aşağı düşerler. Bu ise, “bütün insâniyetin terzili” demektir. Allah’ın, ahsen-i takvimde yarattığı ve bütün esmâsını tecellî ettirdiği bu en şerefli mahlûk, küfür sebebiyle hayvândan çok aşağı düşer. Zira hayvân, aklı olmamakla birlikte, kendisine verilen vazifeleri harfiyen yerine getiren itaatkâr bir memurdur. Bu vazifeleri görmekle bir nevi ibadet etmekte, kendine mahsus tesbihini yapmaktadır.

Allah’a inanmayan, O’nun farz kıldığı vazifeleri yerine getirmeyen, bununla da kalmayıp imana, ibadete, ahlâka cephe alarak insanları küfür ve dalâlet yoluna sevk eden insânlar elbette hayvandan daha aşağıdırlar.

Hâlbuki insan “bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân” etmesi cihetiyle meleklerden daha ileridir. Zira meleklerde Rezzak, Şâfi, Ğaffar gibi birçok esmâ tecellî etmez.

Ve insân, emaneti yüklenmekle göklerden, yerden ve dağdan daha ileri gitmiştir ve kâinât ağacının bu “en son ve en cemiyetli meyvesi” yeryüzüne hâlife olmuş, diğer birçok canlı nevileri de onun hizmetine verilmiştir.

Küfür; arza hâlife ve bütün hayvânata kumandan tayin edilen insânı, bu aziz mahlûku, bu en büyük İlâhî san’atı, “mânâsız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdî levha derekesine indirir.”

“Levha” kelimesi, küfür ehlinin, insanın sadece maddesine nazar ettiğine, ruhuna kıymet vermediğine, hattâ inkâr ettiğine işaret eder. Hâlbuki Üstad hazretlerinin beyân ettiği gibi, “Beden ruhun hanesidir”. Ve insan, bu hanede bir süre kalacak, ondaki duygular vasıtasıyla bütün kâinatla münasebet kuracak, Rabbinin marifetinde durmadan ilerleyecek ve neticede o haneden ayrılıp bu dünyadan daha güzel olan berzah âlemine göçecektir. Ve bu güzel yolculuk cennetle son bulacaktır.

İnsanı sadece maddesiyle değerlendiren küfür, insanın ruhuyla alâkalı olan iman, ilim, marifet, muhabbet, takva, güzel ahlâk gibi ulvî değerleri perdeler. İnsan bedeni ise kâfirin nazarında, ölümle bozulmaya yüz tutacak ve zamanla tamamen ortadan kalkacak “bir âdî levha” derekesinde kalır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 3.863
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...