Kuran'ın halis tilmizinin zikredilen vasıflarından biri de “fakir ve zaif” olmasıdır. Buradaki fakirliği ve zayıflığı hangi manada anlamalıyız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsanın üç temel vasfı olan “acz, fark ve naks” konusu Risalelerde defalarca ve ehemmiyetle işlendiğinden bu konu üzerinde biraz durmak gerekiyor.

Acz, “güç yetirememek”, fakr ihtiyaçlı olmak”, naks ise, noksanlık, eksiklik demektir.

Acz, kudretin; fakr gınanın (zenginliğin); naks ise kemalin zıddıdırlar. Aynı şekilde, zaaf dakuvvetin zıddıdır.

Bir meyveye ihtiyacımız olması fakr, meyve yapamayışımız ise aczdir. Keza, “el”e ihtiyacımız fakr, “el” yapamayışımız aczdir.

Misaller artırılabilir.

Naks ise, insanın noksan taraflarıdır; uyuma, yorulma, unutma gibi.

“.. Aczini bilip kudret-i İlâhiyeye ilticâ, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyeye istinat, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyeye itimad, ihtiyacını görüp gınâ-i İlâhiyeden istimdâd, kusurunu görüp afv-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhan olmaktır."(1)

Bir varlık, kendisinde İlâhî isimlerden ne kadarı ne derece tecelli etmişse ona göre kıymet kazanıyor. Bu tecelliler o varlığın “aczi, fakrı ve naksı” nisbetinde kendini gösteriyor. Canlı olmamak, görmemek, işitmemek, büyümemek, anlamamak …birer noksanlıktır. Bu noksanlıkların her birinin giderilmesi bir ismin tecellisiyle gerçekleşir. “Muhyi” ismiyle bir varlık hayata kuvuşur, “Basir” isminin tecellisiyle görücü, “Semi’” isminin tecellisiyle de işitici olur. “Rab” ismiyle terbiye görür.

İşte bir varlığın noksanlıkları ilâhî rahmetle giderildiğinde o varlık kemale erer. Aksi halde nâkıs kalmaya devam eder.

İnsanın ihtiyaçları ilâhî ihsan ile görülür ve ona böylece zenginlik lutfedilir.

İnsanın güç yetiremeyeceği işler Rabb'inin kuvvet ve kudretiyle görülür ve onun hayatı böylece devam eder.

İşte bunların şuurunda olmaya, yani “aczini, fakrını ve naksını” bilmeye ubudiyet deniliyor. Bunlar insana kul olduğunu ders verir ve onun kalbini Rabbine karşı şükür ve minnettarlıkla doldururlar. Sonsuz âciz, fakir ve nâkıs olma noktasında bütün insanlar eşittir. Ama bunların şuurunda olmaya gelince aralarında çok büyük farklılıklar görülür.

“Kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama! Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.”(2)

"İnsan sûresi"nin ilk âyetinde şöyle buyrulur:

“İnsan üzerinden bir zaman geçti ki, o dönemde (insan) anılmaya değer bir şey değildi.”

İşte “insan” adı anılmazken sonsuz bir acz, fakr ve naks halinde idi. Bu gün kavuştuğu bu kadar ihsanı ve şerefi düşünüp şükür ve ibadet vazifesini yapması için kendisine mazisi bu âyetle hatırlatılmaktadır. Bu hale erdikten sonra da insan, ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda sadece sebeplere teşebbüsten öte bir şey yapamıyor. Tohum ekmişse hasat zamanını bekliyor, ilaç içmişse şifayı gözlüyor. Her iki halde de insan kendi aczini, fakrını ve naksını çok iyi hissetmektedir. Bu hissin imanın inkişafına yardım etmesi ve şükrü netice vermesi gerekir.

“Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor...”(3)

“Sen öyle bir zâfiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür.”(4)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Otuzuncu Söz
(2) bk. a.g.e., Yedinci Söz.
(3) bk. Lem'alar, Birinci Lem’a.
(4) bk. Mesnevî-i Nuriye, Hubab.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.541
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...