"İnsan, kendi acz-i mutlakıyla Hâlıkının kudret-i mutlakasını ve derecâtını ve aczin dereceleriyle kudretin mertebelerini hissetmektir..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Birinci vecih: Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz zaafında, hadsiz a’dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcibü’l-Vücuda bakar. Hem nihayetsiz fakrında, nihayetsiz hâcâtı içinde, nihayetsiz maksatlara karşı bir nokta-i istimdad aramaya mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîmin dergâhına dayanır. Dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîmin bârgâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir."(1)
Gecede zulümatın nuru göstermesi gibi, insan da Allah’ın kudretine, rahmetine ve kemaline ayna olmak üzere sonsuz aciz, fakir ve nakıs yaratılmıştır.
İnsanın fakirliği, zerreden güneşe kadar nihayetsiz ihtiyaçlara müptela ve kâinatta her şeye muhtaç olarak yaratılmış olmasıdır. İnsan hayatının devamı kâinatın bütün çarklarının işlemesiyle mümkündür. İnsan sonsuz fakirliği ve ebede uzanan arzularıyla her varlığın ihtiyaçlarını gören, arzularını yerine getiren ve Ganiy-yi Mutlak olan Allah’a iman ve tevekkül eder.
Bir varlık ne kadar çok esmâya, ne kadar ileri derecede mazhar ise, kıymeti ve şerefi de o kadar ziyade olur. Bu umumî hükümdür. Ağaçlar taşlardan üstündür. Niçin? Onlarda yarım da olsa bir hayat olduğu için. Bu hayat; hava, su, gece, gündüz gibi çok şeye muhtaçtır ve bu ihtiyaçlarının görülmesi taşta tecellî etmeyen birtakım isimlerin tecellisiyle olur. Meselâ, Cenâb-ı Hak, taşın imdadına Rezzak ismiyle yetişmiyor; zira taşın rızka ihtiyacı yoktur.
Hayvan da ağaçtan üstündür, çünkü onun görmeye, işitmeye, ..., ihtiyacı vardır. Ve bu ihtiyaçların görülmesiyle onda Basîr ve Semi’ gibi birçok esmâ tecellî eder.
En fakir ve en âciz olan insan, yaratılışının icabı olarak bütün esmâ tecellilerine muhtaçtır. İnsan sonsuz acziyle sonsuz bir kudrete; sonsuz ihtiyacıyla da sonsuz bir rahmete ayna olur. Bu mânâyı zevk edebilen ârif insanlar "fakr" ile fahretmişler.
Kul aczini bildiği nisbette Rabbine sığınır; fakrını bildiği ölçüde O’na dua ve niyazda bulunur.
Acizlik ise; insanın kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar zayıf ve iktidardan mahrum olmasıdır. İnsanın ihtiyaçları bütün kâinatı ihata etmiş ve ebede uzanmış olmasına rağmen, bunlardan en basitini dahi tedarik edemeyecek kadar âcizdir. Bu da kudreti nihayetsiz olan Cenab-ı Hakk’a sığınmaya, O’ndan medet dilemeye götürür.
İşte bu âcizlik ve fakirlik, insanı kulluğa götüren ve Allah’a yaklaştıran iki mühim esastır. Bu esasları iç âlemine hâkim kılan insan, kâmil bir kul ve halife-i zemin olur. Fıtraten nihayetsiz âciz, fakir ve nakıs olarak yaratılan insan, sonsuz kudret sahibi, nihayetsiz zengin ve namütenahi kemal sahibi olan Cenab-ı Hakk’ın kudretine, rahmetine ve kemaline en mükemmel bir ayine olur. İşte insanın asıl kıymeti, şeref ve izzeti bu cihetinden dolayıdır.
Bediüzzaman Hazretleri insanın vazifesini şöyle ifade etmektedir.
“Acz ve za’fın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle kudret-i İlâhîye ve gına-yı Rabbaniyenin derecat-ı tecelliyatını anlamaktır. Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın enva'ı miktarınca, taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gına-yı İlâhîyenin derecatını fehmetmelisin.” (Sözler)
Bir insan acz, fakr ve kusurunu bilmekle kemale erer. Zira şuurlu bir Müslüman’ın asıl ve en mühim vazifesi aczini, fakrını ve noksanlığını bilip Allah’a hakkıyla kul olmaya çalışması, O’na ilticada bulunup, hamd ü sena etmesidir. Zira böyle sonsuz âciz bir varlık, ancak nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi olan Allah’a tevekkül ve istinad etmekle teselli ve huzur bulur, musibet ve dertlerden kurtulur.
(1) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Birinci cihet ayinedarlık zıtlar noktasında bir kıyasmıdır izah edermisiniz
Burada kudret ve rahmetin dereceleri deniliyor fakat kudret ve rahmette derece olmaz diye biliyoruz diğer isim ve sıfatlarda böyle burayı izah izah edermisiniz
Burada derece ve makam insan zihninin algısı ile ilgilidir yoksa İlahi sıfatların kendisinde bir derece bir makam söz konusu değildir.
Mesela insan zihni açısından bir çiçeği yaratan kudretin makamı ile bütün çiçekleri yaratan kudretin makamı aynı olmuyor ikisi arasında ister istemez bir makam farkı oluşuyor ve insan zihni bu şekilde çalışıyor.
İnsanın algısında terakki ve derece vardır ama algıladığı sıfatta derece ve makam yoktur. İlahi kudret açısından bir çiçeği yaratmak ile bütün çiçekleri yaratmak aynı ve eşittir ama insanın bunu algılaması eşit değildir.
İnsanın bir çiçeği yaratan kudrete olan hayranlığı bin kalibre ise bütün çiçekleri yaratan kudrete olan hayreti yüz milyon kalibredir. Eserin boyutu arttıkça hayranlığın boyutu da artıyor. Yoksa İlahi kudret açısından bir zerreyi yaratmakla bütün kainatı yaratmak aynı derece ve kolaylıktadır.