Aczimizin ve fakrımızın sürekli farkında olmak ve günlük hayatımızda bu duyguyu canlı tutmak için ne yapmalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan acz, fakr ve kusur noktasında bütün varlıklardan daha ileri seviyede yaratılmıştır. Bir yönüyle kainatın en mükemmeli olarak bilinen bu insan, kendisine verilen akıl ve düşünce nimeti vasıtasıyla aczinin, fakrının ve kusurunun farkına varabildiği için en aciz ve fakir bir mahluk durumuna düşmektedir. Ama bu dezavantajını iman, ubudiyet ve tefekkür vasıtasıyla ciddi bir avantaja dönüştürebilir. Bütün mahlukatın en ileri seviyesine, yani ahsen-i takvime ulaşabilir.
İşte bu zahiren aleyhimizde olan ama hakikatte lehimize kolaylıkla döndürülebilen bu noksanlığımızı, günahlardan uzak durmak ve ibadet ile tefekküre devam etmekle dinç tutulabilir.
Evet, insandaki sonsuz kusur ve noksanlığa bedel, Allah’ın ‘kemâlat-i Sübhaniyesi’ sonsuzdur. İnsandaki sonsuz fakra bedel, Allah’ın, ‘gına-yı rahmeti’ nihayetsizdir. Yani, insan sonsuz fakir ve muhtaç, Allah sonsuz Ganî (zengin) ve Rahîm’dir. Ve insandaki sonsuz âcizliğe bedel Allah "sonsuz bir kudret ve kibriya" sahibidir.
İşte bu acz, fakr ve kusurunu güzel bir vasıta yapıp, ilahi sıfatların anlaşılmasına basamak yapabilse, o zaman ciddi terakki ve kemal bularak yüksek makamlara uçabilir.
Nur Külliyatı'nda bu konu üzerinde önemle durulur. Çünkü bu üç özellik ubudiyetin esasıdır. Yani, insan bunların şuuruna varmakla kulluğunu takınır; Rabbine karşı tesbih, hamd ve tekbir görevlerini yerine getirir.
Üstad şöyle buyurur:
“İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemâlât-i Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-yı rahmetin derecelerine bir mikyasdır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.”(1)
Kusur, acz ve fakr insanın üç temel özelliğidir. Nefsin mahiyeti bu üçüyle yoğrulmuş bulunuyor. Kusur, noksanlık mânâsına gelir ve kemâlin zıddıdır. Kusur denilince, genellikle hata ve günah hatıra gelir. Böyle olmakla birlikte, kusur sadece bunlara mahsus değildir. Yani her kusur, her noksanlık günah değildir. Ama her günah bir kusurdur, bir noksanlıktır.
İnsanın kusur yönü, “acıkması, yorulması, uyuması, hastalanması, ihtiyarlaması, iradesinin cüzi olması, yani bir anda iki şey irade edememesi, iki şeyi birlikte düşünememesi, aynı anda iki farklı yöne bakamayışı...” gibi noksanlıklarıdır.
Fakirlik, muhtaç olma mânâsına gelir ve konuşmalarımızda "fakr" denilince genellikle servetten mahrumiyeti anlarız. Yani, maddî imkânlardan mahrum olanlara "fakir" deriz. Halbuki, zengin olsun fakir olsun bütün insanların sonsuz denecek kadar ortak ihtiyaçları vardır. Bu yönüyle her iki grup insan da son derece fakirdir. Buna göre, fakr denilince, “insanın göze, kulağa, ele, ayağa, havaya, suya, güneşe, geceye, gündüze, atmosfere, bedeninde görev yapan her organa ve çevresini kuşatan bütün eşyaya muhtaç olması” anlaşılmalıdır.
"Acz"e gelince, bu kavramı, insanın, muhtaç olduğu dahilî ve haricî nimetlerden hiçbirini yapacak güce sahip olmaması şeklinde anlamak gerekir. Dünyayı döndürmeye, yahut kanın deveranını sağlamaya güç yetirememe noktasında, bir bebekle en kuvvetli bir insanın, hiç mi hiç farkı yoktur. Bu işler, bir ilâhî kudret tarafından görülmekte, icra edilmektedir.
İşte bu gibi tefekkürleri yaparak mahiyetimizin farkına varabildiğimiz gibi, ibadetleri hakkıyla yaptığımız takdirde, ibadetlerin mahiyetinde bu eksikliklerimizi ihsas ettirecek işaretlerin de olduğunu hisseder ve görürüz. Çok misallerden bir iki numune;
"Ey şek cephesinde, gaflet gölgesinde istirahate çekilen biçare! Gaflet serinliğinde, şek içinde zevk ettiğin lezzeti lezzet sanma! O zehirli baldır. Az bir zaman sonra Cehennemî bir azaba inkılâp edecektir. Eğer âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rükû ve sücud kancası ile gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkür ile tâate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın. Bu dalâlât acılığından, necatın halâveti tavazzuh ile münacat lezzeti ortaya çıksın."(1)
"İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır! -Eğer gaflet kalbini bozmamışsa-"(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe, Zeylü'z-Zeyl.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, İkinci Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü