Kur'ân'ın "Zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı" olmasını izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlahiyenin manevi hazinelerinin keşşafı..." (İşârâtü’l-İ’caz)

Cenâb-ı Hak bir hadis-i kudsîde şöyle buyurur:

“Ben gizli bir hazine idim. Tanınmak istedim (bilinmeye muhabbet ettim) ve mahlûkatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II/132)

Hadis-i kudside beliğ bir teşbih vardır. Allah’ın isimleri, unvanları bir hazineye benzetilmiştir.

Kur’ân’ı okuduğumuzda, hemen her yerinde ilahî isimleri görürüz. Mesela, besmelede “Allah, Rahman ve Rahim" isimleri vardır. Fatiha’da Allah’ın Rab ve Malik isimleri geçer. O’nun Mabud, Müstean, Hadi ve Mudil, Mün’im ve Müntakim isimlerine işarette bulunulur. Son sûre olan Nas sûresinde O’nun Rab, Melik ve İlah isimlerine yer verilir.

İşte Kur’ân baştan sona bize Allah’ın isimlerini anlatmaktadır. Bu isimler gizli bir hazine hükmünde iken, Kur’ânî gözle bakılınca görünür hale gelmişlerdir.

Esmâ-i ilahiyeye için künuz-u mahfiyye (gizli hazineler) denilmektedir. Mesela Rezzak ismi gizli ve manevî bir hazinedir, bütün rızıklar o hazineden gelmektedir. Bütün varlık âleminin Allah’ın esmâ ve sıfatlarının tecellileri olduğu ancak Kur’ân güneşi sayesinde görünür ve bilinir.

Allah’ın her bir isminin kâinat sahnesinde tecellî daireleri ve perdeleri vardır. Mesela, sema bir daire ve perdedir. Bu dairede ve perdede Allah’ın Celal ismi hâkimdir. Dev galaksilerin sapan taşı gibi çevrilmesi, Allah’ın sonsuz azamet ve kibriyasını muhtevî olan Celal ismini kör olana bile gösterir. Bu sema dairesinde ve perdesinde diğer isimler Celal isminin gölgesinde tecelli eder. Lakin diğer isimler de bu tecellinin içinde görünür.

Sema dairesinde ve perdesinde cemal sıfatının da tecellisi vardır, ama celal mânâsının gölgesinde kalmıştır. Yine bir çiçeğe nazar ettiğimiz zaman oradaki ince san’atlar ve güzel kokular ve estetik işlemeler Allah’ın Cemil isminin mânâsını zahiren ve galiben gösterir. Bu çiçek dairesinde de Allah’ın Cemil ismi galiptir, diğer isimler bu ismin gölgesinde işlerler. Çiçek dairesindeki hazine ise güzellik ve ihsan mânâsı taşımaktadır. Güzellik ve ihsan ise Cemîl ve Latif isimlerine işaret ediyorlar... Bu iki misalin dürbünü ile zemin ve semaya nazar edebiliriz.

İnsanın gözünde Basîr ismi, kulağında Semi’ ismi, dilinde Mütekellim ismi, yüzünde Musavvir ismi, midesinde Rezzak ismi, aklında Alîm ismi, hafızasında Hafîz ismi, âzâların düzenli ve tertipli olmasında Munazzım ismi gibi binlerce ismi onun mahiyetinde okumak mümkündür. Bu âzâlar hazinesinin arka cephesinde bu isimler işliyorlar ve bu isimlerin arka cephesinde de Zât-ı Akdes olan Allah vardır.

Üstadımızın esmâ-i İlahiyeyi manevî hazinelere benzetmesindeki teşbihin birkaç ciheti şudur:

1. Nasıl ki hazine bir sandığın içindedir. Asıl olan hazinedir, sandık değildir. Aynen bunun gibi, şu eşya da bir sandık hükmünde olup, asıl hazine onlarda tecelli eden esmâ-i İlahiyedir. Sandığa kıymet verip hazineye kıymet vermemek nasıl bir hamakat ise, eşyaya kıymet verip onda tecelli eden esmâ-i hüsnaya kıymet vermemek bundan bin kat daha hamakattir.

2. Hem nasıl ki maddî hazineleri keşfedenler zengin olur. Aynen bunun gibi, bu manevî hazineleri keşfedenler de marifetullah zengini olur.

3. Hem nasıl ki insanlar maddî hazinelerin keşfi yolunda bir ömür boyu çalışır ve çok gayret sarf ederler. Aynen bunun gibi, bu manevî hazinelerin keşfi yolunda da bir ömür harcamak ve çok gayret etmek gerekir. Bu manevî hazineler kişiye ancak bu şekilde açılır.

Bu maddeler çoğaltılabilir. Bu teşbihin birçok benzerlik cihetleri bulunabilir. Konumuza dönecek olursak;

Üstadımız mealen dedi ki: Kur’an esmâ-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı olmuş; yerde, gökte ve her eşya üzerinde tecelli eden esmâ-i hüsnayı keşf ve ilan etmiş.

Bu gizli esmâ-i hüsnayı keşfetmesi Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna başlı başına bir delildir. Zira asr-ı fetrette yaşayan, bahusus okuma-yazma bilmeyen bir beşer (asm.) kendi başına böyle bir keşfi yapamaz. Bırakın böyle bir keşfi yapmayı, asr-ı fetrette yaşayanlar –Eş’arî itikadına göre- Allah’ı bulmaktan dahi âcizdirler ve bu sebeple de imanla mükellef değildirler.

Kur’an’ın esmâ-i İlahiyeyi bu derece keşfetmesi; hem Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna, hem de Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın Allah’ın resulü olduğuna delildir.

Kur’an sadece bu esmâ-i İlahiyeyi keşifle de kalmamış; varlıkların ve hâdisatın üzerindeki tecellilerini göstererek esmâ-i hüsnayı okumasını öğretmiş ve tecellilerini ders vermiş.

Demek, Kur’an esmâ-i İlahiyenin bir kitabıdır. Kim Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak isterse Kur’an’a başvurmalıdır.

Meraklıları için şu detaylı bilgiyi de ilave edelim:

Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın isimleri isim veya isim tamlaması şeklinde geçmektedir. İsim olarak geçenler şunlardır:

el-A’lâ, el-A’lem, el-Alî, el-Âlim, el-Alîm, el-Âhir, el-Ekrab, el-Azîm, el-Azîz, el-Bârî, el-Basîr, el-Bâtın, el-Berr, el-Câil, el-Cebbâr, el-Ebkâ, el-Ehad, el-Ekrem, el-Evvel, el-Fâil, el-Fettâh, el-Gaffâr, el-Gafûr, el-Ganî, el-Habîr, el-Hâdi’, el-Hâdî, el-Hafî, el-Hâfiz, el-Hafîz, el-Hakîm, el-Hâkim, el-Hakem, el-Hakk, el-Halîm, el-Hallâk, el-Hasîb, el-Hâsib, el-Hayr, el-İlâh, el-Kadîr, el-Kâdir, el-Kâfî, el-Kahhâr, el-Kâhir, el-Kâim, el-Karîb, el-Kâşif, el-Kâtib, el-Kavî, el-Kayyûm, el-Kebîr, el-Kerîm, el-Kuddûs, el-Latîf, el-Mâhid, el-Mâlik, el-Mecîd, el-Melîk, el-Metîn, el-Mevlâ, el-Muazzib, el-Muiz, el-Muhric, el-Muhît, el-Mukît, el-Muktedir, el-Musavvir, el-Mûsi’, el-Mübîn, el-Mübrim, el-Mübtelî, el-Mücîb, el-Müheymin, el-Mühlik, el-Mü’min, el-Müneccî, el-Münezzil, el-Münîr, el-Münşî, el-Müntekim, el-Münzil, el-Münzir, el-Mürsil, el-Müsteân, el-Müstemi’, el-Müteâl, el-Mütekebbir, el-Müteveffî, en-Nâsır, en-Nesîr, er-Râfi’, er-Rahîm, er-Rahmân, er-Rakîb, er-Raûf, er-Rezzâk, es-Sâdık, es-Samed, es-Selâm, es-Semi’, eş-Şâhid, eş-Şâkir, eş-Şefi’, eş-Şehîd, eş-Şekûr, eş-Şey, et-Tevvâb, el-Vâhid, el-Vâlî, el-Vâris, el-Vâsi’, el-Vedûd, el-Vehhâb, el-Vekîl, el-Velî, ez-Zâhir, ez-Zâri’.

İsim tamlaması olarak geçen isimler de şunlardır:

Adüvvün li’l-kâfirîn: Kâfirlerin düşmanı

Âhizün bi nâsiyetih: Suçluları cezalandıran

Ahkemü’l-hâkimîn: Hüküm verenlerin en hâkimi

Ahsenü’l-hâlıkîn: Yaratanların en güzeli

Âlimü’l-gayb: Gaybı bilen

Allâmü’l-guyûb: Görünmeyenleri çok iyi bilen

Bâligu emrih: Emri hedefine ulaşan, kararını infaz eden

Bedîu’s-semâvâti ve’l-ard: Gökleri ve yeri örneği olmadan yaratan

Berîü’n mine’l-müşrikîn: Müşriklerden beri ve uzak olan

Câmiu’n-nâs: İnsanları bir araya toplayan

Ehlü’l-mağfira: Mağfiret edici, affedici

Ehlü’t-takvâ: Azabından korkup sakınılmaya layık olan

Erhamü’r-râhımîn: Merhamet edenlerin en merhametlisi

Esdeku hadisen: En doğru sözlü

Esdeku kîlen: En doğru sözlü

Esrau mekren: Hile ve tuzak kuranları en süratli bir şekilde cezalandıran

Esrau’l-hâsibîn: Hesap soranların en süratlisi

Eşeddü be’sen: Çok şiddetli cezalandıran

Eşeddü kuvveten: Çok kuvvetli, çok güçlü

Eşeddü tenkîlen: Çok şiddetli cezalandıran

Fa’âlü’n-limâ yürîd: Dilediğini yapan

Fâliku’l-habbi ve’n-nevâ: Çekirdek ve taneleri çatlatan, yarıp açan

Fâliku’l-ısbâh: Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran

Fâtıru’s-semâvâti ve’l-ard: Yeri ve gökleri yaratan

Gâlib’ün alâ emrih: Emrinde ve hükmünde galip olan

Gâfirü’z-zenb: Günahları bağışlayan

Hâlıku külli şey: Her şeyin yaratıcısı

Hayru’l-fâsılîn: Hükmedenlerin, haklı ile haksızı ayırt edenlerin en hayırlısı

Hayru’l-fâtihîn: Hükmedenlerin, hayır kapılarını açanların en hayırlısı

Hayru’l-gâfirîn: Bağışlayanların en hayırlısı

Hayru’l-hâkimîn: Hükmedenlerin en hayırlısı

Hayru’l-mâkirîn: Hile ile kötülük yapanları bilemeyecekleri ve anlayamayacakları cihetlerden cezalandıran

Hayru’l-münzilîn: Nimet verenlerin ve ikram edenlerin en hayırlısı

Hayru’l-vârisîn: Varislerin en hayırlısı

Hayru’n-nâsırîn: Yardım edenlerin en hayırlısı

Hayru’r-râhımîn: Merhamet edenlerin en hayırlısı

Hayru’r-râzıkîn: Rızık verenlerin en hayırlısı

Hayru’n hâfizan: Koruyup gözetenlerin en hayırlısı

İlâhü’n-nâs: İnsanların ilahı

Kâbilü’t-tevb: Tövbeleri kabul eden

Kâşifü’l-azâb: Azabı kaldıran

Mâlikü yevmi’d-dîn: Hesap gününün maliki

Mâlikü’l-mülk: Bütün mülkün sahibi

Meliki’n-nâs: İnsanların meliki

Mûhinü keydi’l-kâfirîn: Kâfirlerin tuzağını zayıflatan, boşa çıkaran

Muhîtu’n bi’l-kâfirîn: Kâfirleri kuşatan

Muhyi’l-mevtâ: Ölüleri dirilten

Muhzi’l-kâfirîn: Kâfirleri rezil eden

Mütimmü nûrih: Nurunu ve dinini tamamlayan

Nûru’s-semâvâti ve’l-ard: Gökleri ve yeri aydınlatan

Rabbü külli şey: Her şeyin rabbi

Rabbü’l-âlemîn: Âlemlerin rabbi

Rabbü’l-ard: Yeryüzünün rabbi

Rabbü’l-arş: Arş’ın rabbi

Rabbü’l-felak: Sabahın rabbi

Rabbü’l-ızzet: Kudret ve şeref sahibi

Rabbü’n-nâs: İnsanların rabbi

Rabbü’s-semâvât: Göklerin rabbi

Rabbü’ş-şi’râ: Şi’ra yıldızının rabbi

Refîu’d-derecât: Manevi dereceleri ve gökleri tabaka tabaka yükselten

Semîu’d-duâ: Tövbeleri ve duaları duyan ve kabul eden

Serîu’l-hısâb: Hesabı çok süratli olan

Şedîdü’l-azâb: Azabı çok şiddetli olan

Şedîdü’l-ıkâb: Çok hızlı cezalandıran

Şedîdü’l-mihâl: Cezası, azabı ve kuvveti çok şiddetli olan

Vâsiu’l-mağfira: Bağışlaması bol olan

Zü’l-fadli’l-azîm: Çok ikram sahibi

Zi’t-tavl: Lütuf, bağış ve ikram sahibi

Zü’l-ikrâm: İkram sahibi

Zû fadlin ale’l-âlemîn: Âlemlere nimet veren

Zû fadlin ale’n-nâs: İnsanlara ikram eden

Zû-intikam: İntikam sahibi

Zü’l-ıkâb: Günahkârları ve zalimleri cezalandıran

Zü’l-arş: Arş’ın sahibi

Zü’l-celâli ve’l-ikrâm: Celal ve ikram sahibi

Zü’l-kuvvet: Güç ve kuvvet sahibi

Zü’l-mağfira: Af ve bağış sahibi

Zü’l-meâric: Bütün derecelerin sahibi

Zü’r-rahmet: Merhamet sahibi

Esmâ-i İlahiyeyi okurken hiç bitmeyeceğini zannettik. İşte bununla anlayalım ki; Kur’an-ı Hakîm esmâ-i İlahiyeyi böyle keşfetmiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Yazar:
Okunma sayısı : 1.269
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...