"Lezzet-i mukaddese", "şevk-i mukaddes", "sürur-u mukaddes", "memnuniyet-i mukaddes", "iftihar-ı mukaddes" gibi tabirleri biraz açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Üstad Hazretleri; "lezzet-i kutsiye", "aşk-ı mukaddes", "ferah-ı münezzeh", "mesruriyet-i kudsiye" gibi şuunatlar, sıfatların mebdeidir... Bu sıfatlar ve hâller Allah’ın zatına hastır. Bu sıfatları insanlara ve mahlukata vermek caiz değildir, diyor.

Mukaddes; “noksan ve kusurdan uzak, temiz ve pak, takdis edilmiş olan” manalarına geliyor. Kutsi de aynı mana için kullanılır. Şu var ki, kutside mensubiyet yani ait olma manası esastır.

Allah’ın zatına has olan lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye, gibi sıfatları Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Ama bu hâl ve sıfatların çok gölgelerden geçmiş zayıf bir tecellisi insanın mahiyetinde bulunabilir. Nasıl insan cüz’î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla Allah’ın küllî sıfatlarını fehmedip ayna ve mazhar oluyorsa, aynı şekilde Allah’ın zatına münasip olan kutsi şuunat ve hallerine de mazhar olabilir.

Cenâb-ı Hakk’ın zatı ve sıfatları gibi şuunatı da mukaddestir, noksan ve kusurdan münezzehtir. Allah’ın zatı hiçbir mahlukunun zatına benzemediği gibi sıfatları da hiçbir mahluk sıfatına benzemez. İnsanın kuvveti Allah’ın kudretinin anlaşılmasında bir vahid-i kıyasi vazifesi görür, ancak bu kudret ilahi kudrete Allah’ın kudreti insanın kuvvetine benzemekten münezzehtir.

"Merhametine mazhar olanların, hususan cennet-i bakiyede nihayetsiz enva-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tenaumlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânirrahîm, ona layık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, ona layık şuunatla tabir edilen ulvi, kutsi, güzel, münezzeh manaları vardır. 'Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesrûriyet-i kudsiye' tabir edilen, izn-i şer'î olmadığından yâd edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnatı vardır ki, her biri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudat mabeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvi, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz." (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)

Cennet ehli, o gözlerin görmediği, akılların anlamaktan aciz kaldığı saadet beldesinin bütün güzelliklerine hayran olurlar, bütün nimetlerinden istifade ederler. Böylece ruhlarına ferah ve saadet hâkim olur. O sevgili kullarının bu memnuniyetlerinden Cenab-ı Hak da kendine mahsus ve tabirinden aciz olduğumuz bir keyfiyetle memnun olur ve mukaddes bir lezzet alır. Allah’ın zatı mahlukatına benzemediği gibi fiilleri de benzemez. Keza onun ihsan ve ikramdan duyduğu mukaddes lezzet de insanların bir fakiri doyurmaktan aldığı lezzetle mukayese edilemez. Bu mukaddes lezzet; “ulvi, kutsi, güzel, münezzeh” olarak tavsif ediliyor.

Bu “münezzeh ve mukaddes” şuunatı anlamamız mümkün olmamakla birlikte uzaktan uzağa bir derece bakabilmemiz için ilahi sıfatlardan bir misal verelim.

Mesela, Allah’ın kudret sıfatını düşünelim: Bütün sıfatlar gibi kudret sıfatı da Allah’ın zatındandır, hariçten verilmiş değildir; ezelîdir ve ebedîdir. Bizim kuvvetimiz ise bizim gibi mahluktur, sonradan verilmiştir ve bizim ölümümüzle onun da icraatlarına son verilir; yani evveli ve ahiri vardır.

Bizim kuvvetimiz için büyükle küçük, az ile çok fark eder, birincileri daha zor, ikincileri ise daha kolay kaldırırız. Allah’ın sonsuz kudreti için zerrelerle yıldızlar müsavidir. Biri diğerinden daha kolay veya daha zor değildir.

Yine bizim kuvvetimiz ancak temas ettiğimiz şeylere taalluk edebilir, uzaktaki varlıklarda bir iş göremeyiz. Maddeden münezzeh olan Allah’ın o nurani kudreti ise görünen ve görünmeyen bütün eşya ile mübaşeretsiz yani temas etmeksizin tasarruf eder.

Öte yandan, bizim irademiz cüz’î olduğu için kudretimiz de ona bağlı olarak bir anda ancak bir iş görebilir. Cenab-ı Hak ise sadece bir insanın bedenindeki yüz trilyon hücreyi birlikte bilir ve beraber idare eder.

Böyle çok cihetlerle bizim kudretimiz Cenab-ı Hakk’ın ezelî, ebedî, sonsuz ve mutlak kudretiyle mukayese kabul etmez. Allah’ın kudretini ancak mahlukat aynalarındaki icraatlarıyla bilir ve o kudreti bizim bildiğimiz her türlü kuvvet ve kudretten münezzeh ve mukaddes olarak kabul ederiz. Hakikat budur, bunun dışındaki bütün görüşler, asılsız bir hayal ve vehim olmaktan ileri gitmez.

Üstad Hazretleri doğrudan ilahi şuunat hakkında verdiği üç misal ile lezzet-i mukaddese, ferah-ı münezzeh gibi manaları bir derece anlamamıza yardım edecek üç mühim kapı açmış oluyor. “O manaların birer lem’asına bakmak istersen gelecek temsilatın dürbünü ile bak.” buyurmakla da o büyük hakikatlerin birer lemasına bu temsillerin dürbünüyle bir derece bakabileceğimizi ifade etmiş oluyor.

Allah’ın varlığı vacibtir, mahlukatınki ise mümkündür. Allah Kadîm ve Baki'dir, mahlukat ise hâdis ve fânidir. Allah’ın bütün sıfatları sonsuz ve mutlaktır, mahlûkatın sıfatları ise sınırlı ve kayıtlı. O hâlde, mahluk, mümkin, hâdis, fâni olan insan, Allah’ın zatı ve sıfatları gibi, şuunatı hakkında da kendi kayıtlı mahiyetinin elverdiği ölçüde bir şeyler düşünebilir. Ama çok iyi bilir ki, bu düşünceleri Allah’ın şuunatını anlamakta ölçü olamaz, onları aksettirmekten çok uzaktır. Ve Allah’ın kutsi şuunatı insanın anlayışından sonsuz derece münezzeh ve mukaddestir.

Bal yapan arı, yuvasını ören bülbül, ağını dokuyan örümcek ve eserini kaleme alan bir âlim ayrı ayrı ve birbirinden çok farklı lezzetler alırlar. Âlimin ilim öğretmekten aldığı lezzeti bülbüle, örümceğe yahut arıya anlatmaya kalkışsanız şöyle demekten başka bir yol bulamazsınız: “O lezzet sizin anladığınız cinsten bir lezzet değildir, bunların hepsinden başka, hepsinden münezzeh ve mukaddestir.”

İkisi de mahluk oldukları hâlde, insanla, mesela, arının aldıkları lezzetler arasında bu kadar büyük bir fark bulunursa, Rabbimizin bir ilahi icraatındaki lezzet-i mukaddesesini kendi his ve zevk ettiğimiz lezzetleri ölçü alarak anlamamız elbette mümkün olamayacaktır.

Nurlarda geçen, “muhabbet-i münezzehe, şevk-i mukaddes, sürur-u mukaddes, memnuniyet-i mukaddese, iftihar-ı mukaddes” gibi tabirleri de bu manada değerlendirmek gerekir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 7.640
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...