"Şevk-i Mukaddes" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Üstat Hazretlei bu tabiri, kâinattaki sürekli değişimin ve tazelenmenin hikmetini açıklarken ifade ediyor.
Mahlûkat içinde faaliyet ve hareket bir iştah, bir iştiyak, bir lezzet, bir muhabbetten ileri geliyor. Yani koşuşmaların, hareket ve gayretlerin temelinde bunlar var. İnsan iştah, iştiyak, lezzet ve muhabbet duymadığı bir işi yapmak istemez. Yapsa da suhre gibi gönülsüz ve iştahsız yapar ve o işte de muvaffak olamaz, verim alamaz. Demek verimli ve iştahlı yapılan tüm faaliyet ve işlerin arkasında muhabbet ve lezzet manası hükmediyor.
Muhabbet ve lezzetin hedefi, mükemmele ulaşmak ve ordaki kemal manasına yetişmektir. Mahlûkat ve insanda hükmeden bu his ve duygular ya da özellikler, Cenabı- Hakk'ın kudsi ve münezzeh hal ve keyfiyetlerinin bir tecellisinden ibarettir.
Demek oluyor ki, iştah, iştiyak, lezzet ve muhabbet, Allah’ın zatına ve münezzehiyetine uygun ve münasib bir şekilde onda da vardır.
Bu manaya şuunat denilmiştir. Sürekli değiştirme ve tazelendirme arkasında faaliyet ve hareket vardır. Faaliyet ve hareket arkasında da iştah ve iştiyak vardır. İştah ve iştiyak arkasında da muhabbet ve şefkat vardır. Muhabbet ve şefkat arkasında bütün bunları sevk ve harekete geçiren münezzeh bir şevk manası vardır. Şevk ise, bir işi ve fiili şiddetli olarak gönüllü ve istekli yapmak manasını akla getiriyor ki, bunun da arkasında sürur-u mukaddes vardır. Yani ferahlık ve neşe, keyif alma manası vardır Sürurun arkasında, mukaddes ve pak olan lezzet manası vardır.
Kâinattaki her bir şey Allah’ın mükemmel ve muhteşem birer sanat eserleridir. Çiçek ve böceklerin o nakışlı ve hikmetli güzellikleri, Allah’ın san’atı ve eseridir. Nasıl san’atkâr san’atına bakmaktan keyif duyarsa, aynı şekilde -fakat mukaddes ve münezzeh bir şekilde- Allah da mahlûkat üstündeki san’atını müşahede etmekten keyif duyar. Bilhassa bayram havasında olan bahar mevsimi bu hallerin zirvede olduğu bir mevsimdir. İnsanların nevruz kutlamaları bir cihetle o münezzeh nazar-ı İlahinin zımnî bir tezahürü ve tecellisidir, denilebilir.
Burada iştah, iştiyak, muhabbet, şevk, lezzet gibi kavramların örfi ve Allah'ın zatına ve sıfatlarına uygun olmayan manaları bahsimizin dışındadır. Onu Üstad, mukaddes ve münezzeh ifadeleri ile ikaz etmiş. Yani buradaki şevk-i mukaddes, Allah’ın zatına uygun ve münasip, münezzehiyet ve mukaddes manasına uygun bir hal ve keyfiyettir. Burada mukaddes ve münezzehten maksat, Allah’ın ne zatı, ne hal ve keyfiyetleri olan şuunatı, ne de sıfatları ve isimleri mahlûkata benzemez.
Bizdeki lezzet, şevk, ferah, keyif, muhabbet, acımak, iştah, iştiyak, sürur gibi hisler birer kıyas için verilmiş cüzi nümuneler nevindendir.
Üstad Hazretleri; "lezzet-i kudsiye", "aşk-ı mukaddes", "ferah-ı münezzeh", "mesruriyet-i kudsiye" “şevk-i mukaddes” gibi şuunat ve sıfatları Cenab-ı Hak için kullanıyor. Bu sıfatlar ve hâller Allah’ın Zât’ına hastır. Bu sıfatları insanlara ve mahlûkata vermek caiz değildir.
Allah’ın Zât’ına has olan Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye, gibi sıfatları Allah’tan başka hiç kimse bilemez.
Ama bu hâl ve sıfatların çok gölgelerden geçmiş zayıf bir tecellisi insanın mahiyetinde bulunabilir. Nasıl insan cüz’î ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla Allah’ın küllî sıfatlarını fehmedip ayna ve mazhar oluyorsa, aynı şekilde Allah’ın Zât’ına münasip olan kudsî şuunat ve hallerine de mazhar olabilir.
Allah için, "lezzet alma" tabirini kullanmak uygun düşmez. Zira Allah’ın lezzet alması ile insanın lezzet ve keyif alması arasında kıyasa gelmeyecek kadar azim farklar vardır. Biz kendimize ait lezzet ve keyif alma halini Allah’a izafe edersek, O’nu mahlûkata benzetmiş ve onunla kıyas etmiş oluruz ki, bu da bir çeşit şirk olur.
Cenab-ı Hakk’ın, birbirinden ayrı bütün isimlerinin farklı tecellilerini birlikte yaratmaktan duyduğu lezzet-i mukaddesesi her türlü tahminin ötesindedir. Yani, Allah, bir şeyi yaratmaktan aldığı lezzet-i mukaddese yanında, rızık vermekten, hayat ihsan etmekten, ikram etmekten, sûret vermekten, zalimleri cezalandırmaktan kısacası bütün fiillerini birlikte icra etmekten de mukaddes bir lezzet almakta ve bütün bunlar sırayla değil beraber tahakkuk etmektedir. Bir anda ancak bir çeşit zevk tadabilen insanoğlu bu hadsiz ve birbirinden farklı lezzet-i mukaddesenin birlikte gerçekleşmesini aklına sığıştıramaz ve ancak “O İlâhî lezzetlerin insan anlayışından münezzeh olduğunu kabul etmekle” aklı ikna ve kalbi tatmin olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü