"Lezzet-i vücut ve lezzet-i hayat ve lezzet-i muhabbet ve lezzet-i marifet ve lezzet-i iman ve lezzet-i beka ve lezzet-i rahmet..." Zikredilen özelliklerin nasıl hakiki kemal ve hakiki güzel olduklarını açabilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Lezzet-i vücut ve lezzet-i hayat ve lezzet-i muhabbet ve lezzet-i marifet ve lezzet-i iman ve lezzet-i beka ve lezzet-i rahmet ve lezzet-i şefkat ve hüsn-ü nur ve hüsn-ü basar ve hüsn-ü kelam ve hüsn-ü kerem ve hüsn-ü sîret ve hüsn-ü suret ve kemal-i zat ve kemal-i sıfat ve kemal-i ef’al gibi bizzat meziyetler, gayr olsun olmasın, şu meziyetler tebeddül etmez." (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)
Lezzet-i vücut ve lezzet-i hayat:
Vücud, varlık demektir;zıddı ademdir, yokluktur. Üstad Hazretleri; "Zira vücut hayr-ı mahzdır (yani sırf hayırdır)." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 30. Ayet Tefsiri) buyurur. Var olmanın lezzeti kendindendir, yokluğa bağlı değildir.
Keza, hayatın lezzeti de ölüme bağlı değildir. Yani hayat, ölüm olduğu için lezzetli değil, bizzat lezzetlidir. Öyle olsa, ölümün hiç olmadığı cennetteki ebedî hayatın hiçbir lezzeti olmaması gerekir.
Lezzet-i muhabbet ve lezzet-i marifet ve lezzet-i iman:
İman etmek en büyük saadet ve lezzet kaynağıdır. Rabbini bilmek, onun marifetinde yani onu tanımada mertebeler katetmek ve onun sevgisini kalbinde kemaliyle hissetmek bir mümin için dünyalara değişilmez en büyük lezzetlerdir. Bunların da lezzetleri zıtlarından gelmemektedir. Yani, hiç küfür olmasa yahut dünyada hiç kâfir kalmasa imanın, marifetin ve muhabbetin lezzetinde bir azalma olacağı düşünülemez.
Lezzet-i bekâ ve lezzet-i rahmet ve lezzet-i şefkat:
Bekanın zıddı fena yani fani ve geçici olmaktır. Beka sevilir ve istenilir, ondan alınan lezzet fenaya bağlı değildir. Hiç fena olmasa ve her şey baki olsa bekanın lezzetinde ne bir artma olur ne de bir azalma.
Rahmet ve şefkat de ruh için birer lezzet kaynağıdırlar. Kalbin bu hoş lezzeti tatması için rahmetten mahrum ve şefkatsiz insanların bulunması gerekmez. Yeryüzündeki bütün insanların kalbleri şefkat ve merhametle dolu olsa, bu zevklerin tadılmasında hiçbir azalma olmaz.
Hüsn-ü nur ve hüsn-ü basar:
Nur çok geniş bir kavram olmakla birlikte, devamında hüsn-ü basardan söz edilmesi, burada ışık manasında kullanıldığını gösteriyor. Işığın da görmenin de ayrı bir güzelliği vardır. Bunların güzellikleri de bizzat kendilerinde mevcuttur, gayra bağlı değildir. Yani hiç karanlık olmasa nurun hüsnü yine aynıdır. Keza görme nimetinin güzelliği de gayra bakmaz.
Hüsn-ü kelam:
Kelamın güzelliği de zatındandır, başkasına bağlı değildir. Yani bizim konuşmamızın güzel bir şey ve büyük bir nimet olması için, başka varlıkların bu nimetten mahrum olmaları gerekmez.
Hüsn-ü kerem:
Kerem sahibi olmak, başkalara ikram ve ihsanda bulunmak da ayrı bir güzelliktir. Bir kimsenin bu güzelliğe sahip olması için başkaların bu hasletten mahrum olmaları gerekmez.
Hüsn-ü sîret ve hüsn-ü suret:
Hüsn-ü sîret insanın ruh âlemindeki güzellikler, hüsn-ü suret ise simasının güzelliğidir. Bunların güzellikleri de gayra bakmazlar. Yani insanın bu iki cihetle de güzel olması için başkaların çirkin olmaları gerekmez.
Kemal-i zat ve kemal-i sıfat ve kemal-i ef’al:
Bir insanın yahut bir başka mahlukun zatının kemali için başkaların noksan olmaları gerekmediği gibi, sıfatlarının yani sahip olduğu özelliklerin ve yaptığı işlerin de mükemmel olması için başkaların noksanlıkları lazım değildir. Bunların da hiçbiri gayra bakmaz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü