"Madem öyledir, sen bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme." cümlesini açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsan bu dünya hayatının doyumluk değil, tadımlık olduğunu unutursa ve dünyayı Allah hesabına değil de nefis hesabına severse, o zaman dünyanın bütün yükünü üstüne almış demektir.

İnsan, karşılaştığı her hangi bir meselede kendisine bir görev düşüyorsa ve alması gereken bir tedbir varsa bunu en iyi bir şekilde yerine getirir. Zira çok iyi bilir ki, kendi vücudu da aile fertleri, malı, mülkü, makamı ve mevkii de birer emanettirler. Bunların her birisi için Üstad'ımızın; “Vazifeni yap, vazife-i İlahiyeye karışma” tavsiyesine uyarak kendisine düşen görevi tam olarak yerine getirdikten sonra, Rabbine tevekkül eder, onun hükmüne teslim olur, takdirini rıza ve memnuniyetle karşılar. Bunu yapabilen insan tevekkül üzeredir; evhamdan kurtulur, ruh sıkıntısına, gönül darlığına düşmez.

Aksi yolda giden, yani kadere teslim olmayıp tevekküle yanaşmayan, hadiseleri evham ile değerlendiren, hastalıklara isyan ile mukabele eden bir insan, başını taşa vurmuş gibi olur; “fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz.” Kader, hükmünü yine icra eder, bu adam ise sabır ve tevekkül ile kazanacağı nice sevapları ve ulvi makamları kaybetmiş olarak, müflis bir hâlde bu dünyadan göçüp, gider.

Teslim ve tevekkülde ruh için büyük bir rahat vardır. Bunlardan mahrum olan insan hem ahiret saadetinden mahrum kalır hem de bu dünyada rahat yüzü göremez. Mesela, tevekkülsüz bir insan rahat seyahat edemez, bindiği otobüsün yahut uçağın kaza geçirme ihtimali onu korkutur ve rahatsız eder. Yine böyle bir insan rahatça uyuyamaz. Kanının pıhtılaşması, kalbinin durması gibi çok ihtimaller onu rahatsız eder. Yine bu insan, tarlasını ekip suladıktan sonra, köyüne döndüğünde istirahate çekilemez, “Ya dolu vurursa, ya bahar kurak geçerse, ya bir yangın çıkarsa...” gibi vehimler onun kalbine sıkıntılar verir.

Hâlbuki insanın bütün cihazları, duyguları ve latifeleri ebedî hayatı kazanmak için ihsan edilmiştir. Her şeyi yerli yerinde ve maksadına uygun bir şekilde kullanmak gerekir. Nasıl ki, sarrafın hassas terazisi ile soğan ve patates tartılmaz ise, aynı şekilde Allah’ı sevmemiz ve ahreti kazanmamız için bize verilen hassas duygu ve cihazlar ile de dünyanın ehemmiyetsiz, fâni, adi ve kışır şeylerini tartmaya kalkmamız doğru olmaz.

Mesela, kalbimiz bir terazidir ve iman ve muhabbet için ihsan edilmiştir. Biz kalbimizi mecazi ve fâni şeylere doldurursak, o zaman ceza olarak dünyanın sakil ve boğucu yüzü kalbimizin hassas ve nazenin ayarlarını bozar. Bu da insana manevi birer hastalık ve yara olarak döner.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.687
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

şehrayin
Allah razı olsun
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...