"Nefis dâima ızdırablar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü Kadere râzı olmuyor..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Nefis dâima ızdırablar, kalâklar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor. Hükm-ü kadere râzı olmuyor. Halbuki şemsin tulû ve gurubu muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sâir mukadderatı, kalem-i kader ile cephesinde yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin; fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz ha!.. Ve illâ muhakkak bilsin ki: Semâvat ve arzın hâricine kaçıp kurtulamayan insan, Hâlık-ı Külli Şey'in rububiyetine muhabbetle rızâ-dâde olmalıdır."(1)

Üstad Hazretleri “Kaderin her şeyi güzeldir” buyurur. Vücûdumuzda bunun binlerce misâli ve şâhidi var.

Organlarımızdan, meselâ, elimizi ele alalım:

Elilmizde beş parmak var. Bu bir kader tecellisidir. İki de olabilirdi, on beş de olabilirdi. Elimizin şeklinden eklemlerinin sayısına, avuç içine, bilekle irtibatına kadar her şey en güzel, en hikmetli, en rahmetli bir şekilde planlanmış.

Dış âlemimize bakalım:

Sema ve arz arasındaki yardımlaşmadan, hava unsuruyla ciğerlerimiz arasındaki münasebete, yerçekiminden gece ve gündüzün birbirini takip etmelerine kadar sonsuz icraatlar da yine en güzel şekilde takdir edilmişler ve bunların her birinden nice faydalar görüyoruz.

İşte kendi varlığını ve âlemdeki hâdisatı bu nazarla seyreden insan, dünya hayatının birtakım sıkıntılarını, insana hoş gelmeyen üzücü hâdiselerini de Allah’ın birer takdiri olarak değerlendirdiği takdirde, onların arkasında da aklımızın eremeyeceği nice hikmet ve rahmet cilveleri olduğunu düşünür, gönlü rahat olur, sıkıntıları asgariye iner. “Şöyle olursa ben ne yaparım? Ya böyle olursa, o zaman halim nice olur?” gibi vehimlerden kurtulur. O artık çok iyi bilmektedir ki, “... şemsin tulû ve gurubu mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada tulû ve gurubu ve sâir mukadderatı, kalem-i kader ile cephesinde yazılıdır.”

Güneşin doğuşu da rahmet, batışı da; birincisi bizi gündüze ulaştırırken, ikincisi istirahat zamanımız olan geceye teslim eder.

Aynı şekilde, insanın dünyaya gelmesi de rahmettir, dünyadan gidişi de; birincisi bizi bu âlemle tanıştırırken, ikincisi hadis-i şerifte; “cennet bahçelerinden bir bahçe olarak” (2) tarif edilen kabir âlemine götürür. Bu iki güzelliğin arasındaki bütün hâdiseler de kader kalemi ile yazılmışlardır ve bu yazıların hepsi güzeldir.

İnsan, karşılaştığı herhangi bir meselede kendisine bir vazife düşüyorsa, alması gereken bir tedbir varsa bunu en güzel bir şekilde yerine getirir. Zira çok iyi bilir ki, bu vücut ona emanettir, aile fertleri, malı, mülkü, makamı ve mevkii de birer emanettirler. Bunların her birisi için Üstadımızın; “Vazifeni yap, vazife-i İlâhîyeye karışma” tavsiyesine uyarak, kendisine düşen vazifeyi tam olarak yerine getirdikten sonra, Rabbine tevekkül eder, O’nun hükmüne teslim olur, takdirini rıza ile ve memnuniyetle karşılar. Bunu yapabilen insan tevekkül üzeredir; evhamdan kurtulur, iç sıkıntısına, gönül darlığına düşmez.

Aksi yolda giden, yâni kadere teslim olmayan, tevekküle yanaşmayan, hâdiseleri evham ile değerlendiren, hastalıklara isyan ile mukabele eden bir insan, başını taşa vurmuş gibi olur; “fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz.” Kader, hükmünü yine icra eder, bu adam ise sabır ve tevekkül ile kazanacağı nice sevapları ve ulvî makamları kaybetmiş olarak, müflis bir halde bu dünyadan göçer, gider.

Teslim ve tevekkülde ruh için büyük bir rahat vardır. Zâten, bu kaynağa ulaşamayan insan ahiret saâdetinden mahrum kalacağı gibi, dünyada da rahat yüzü göremez. Meselâ, tevekkülsüz bir insan rahat seyahat edemez, bindiği otobüsün yahut uçağın kaza geçirme ihtimali onu korkutur ve rahatsız eder. Yine böyle bir insan rahatça uyuyamaz. Kanının pıhtılaşması, kalbinin durması gibi çok ihtimaller onu rahatsız eder. Yine bu insan, tarlasını ekip bakımını yaptıktan sonra, köyüne döndüğünde istirahate çekilemez, ya “dolu vurursa, ya bahar kurak geçerse, ya bir yangın çıkarsa” gibi vehimler onun kalbine sıkıntılar verir.

Çare: “Hâlık-ı Külli Şey'in rububiyetine muhabbetle rızâ-dâde” olmaktır. Allah’ın Rab ismiyle terbiye ettiği bütün organlarımızdan ve bütün kâinattan nasıl memnun kalıyorsak, O’nun kalbimizi ve ruhumuzu bir takım imtihanlara tâbi tutmasını da öyle güzel karşılamalı ve bu terbiye fiillerini sadece rıza ile karşılamakla kalmayıp buna muhabbet de beslemeliyiz. Büyük insanlar bu yolda gitmişlerdir. Üstadımız da bize bu büyüklerin yolunu gösteriyor. Nefsimizi haramlardan, büyük günahlardan uzak tutma konusunda gösterdiğimiz gayretin bir benzerini de onu sabra alıştırmakta, itirazdan ve isyandan korumakta göstermeliyiz.

“Semâvat ve arzın hâricine kaçıp kurtulamayan insan” kaderin ızdırarî hükümlerine, yâni insan iradesine bırakılmayıp küllî iradeyle icra edilen hükümlerine boyun eğmeye zâten mecburdur, ancak mühim olan bunu mecburiyet altında değil, “muhabbetle rıza-dâde” olarak yapabilmektir.

Ağır imtihanların mükâfatları da büyük olur. Belâların en büyüğünün enbiyaya gelmesi bunu en açık delilidir. Biz de o kutlu, seçilmiş ve sevilmiş zâtları her hususta olduğu gibi, sabır konusunda da taklit etmeye azamî gayret gösterelim. Gayret bizden tevfik Allah’tandır.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(2) bk. Tirmizî, Kıyamet, 26; el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...