"Meclisten biri dedi: 'Neden şeriat şu medeniyeti reddeder?' Dedim: Çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Üstadımız şimdiki medeniyeti "mimsiz" medeniyet diye tarif eder, deniyet ve alçaklıktır. Adil olmayan gelir dağılımları, şehvet ve rezaletin ayyuka çıkarıldığı, kadının bir mal olarak görüldüğü, menfaat için sayısız insanların katlini ve memleketlerinden sürülmelerini kendine caiz gören insanların oluşturduğu şeytani bir medeniyeti elbette İslam dini reddeder. Evet şimdiki medeniyetin beş menfi esasları şunlardır:

1. "Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe'ni tecavüzdür."

Tecavüz kelimesi burada, kuvvetlinin zayıfı ezmesi, hakkını gasp etmesi anlamında kullanılıyor.

El-hükmü li'l-galip mülahazasınca, kuvvetli olan haklıdır, kuvvet kimin elinde ise, hüküm ve hak onundur demektir. Bu kural, inkarcı felsefenin savunduğu temel bir prensiptir. Bu felsefe hakkı değil, kuvveti alkışlar. Ayrıca hakkı değil, kuvveti teşvik eder. Bunlara göre kuvvetli kuvvetinden dolayı zayıfı ezebilir, onun hak ve hukukuna tecavüz etmesi doğaldır.

İslam bunun aksini savunur. Hüküm hakkındır, yani haklı olan kuvvetlidir, kuvvet haktadır. Hazreti Ebu Bekir (r.a) ilk halife seçildiğinde verdiği hutbede bu manaya işaret ederek şöyle söylemiştir:

“Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. Ancak Kur’ân nazil olmuş, Hz. Peygamber aleyhisselam dinin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir.(1)

Yani adaletin ve hukukun önünde maddi gücü olan kuvvetliler zayıf, maddi gücü olmayan zayıflar da kuvvetlidir. İslam hukukunun adalet anlayışı bu şekildedir. Yani hukuk önünde herkes eşittir, hukukun üstünlüğü esası geçerlidir.

Zalimlerin elinde kuvvet var ama adalet yok, Müslümanların elinde adalet var, ama kuvvet eksik. Kuvvet adaletin abdesti gibidir. Nasıl abdestsiz namaz olmuyor ise, kuvvetsiz de adalet temin edilemiyor. Öyle ise müminlerin çabukça kuvveti elde etmeleri iktiza ediyor ki, tecavüze ve zulümlere set çekebilsinler.

2. "Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe'ni tezahumdur."

Batı medeniyetinin insana biçtiği amaç ve hedef, menfaattir. Halbuki dünya malı her insanın sınırsız menfaat hevesine yetmiyor. Hali ile hedef ve amacı menfaat olan insanların kısıtlı ve dar olan dünya malı üstünde sıkışmaları, çatışmaları kaçınılmazdır.

3. "Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe'ni tenazudur."

Batı medeniyetine göre hayat, yardımlaşma ve dayanışma prensibi üzerine değil, kavga ve çatışma prensibi üstüne kurulmuştur. Öyle ise insanların birbiri ile çatışması ve niza etmesi, bu kaidenin doğal bir neticesidir. Kuvvetlinin zayıfı ezmesi çatışma ortamında hakkıdır, der ve bunu normal ve meşru görür.

4. "Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür."

Batı medeniyetine göre toplumları birbirine bağlayan bağ, diğer kavimleri yutmak ve asimile etmekle beslenen ırkçılık ve milliyetçiliktir. Burada Batıllıların icat ettiği ulus devlet anlayışına atıf var. Bu anlayış kavimler arası çatışmayı ve bölücülüğü netice vermiştir.

Türkiye’deki muhtelif milletleri bir arada tutan üç önemli kuvvet ve üç büyük bağ vardır. Bunlardan birisi ve en önemlisi din bağıdır. Türk ve Kürt unsurlarını birbirine bağlayan birinci ve en önemli vasıta din kardeşliğidir, bu asla göz ardı edilemez. Hiçbir bağ da bu bağ olmadan tek başına yeterli olamaz. Bu bağın kuvvet kazanması da ancak din eğitim ve şuurunun verilmesi ile mümkündür.

İkinci önemli ve büyük bağ ise vatan bağıdır. Yani bu vatan üstünde yaşayan bütün unsurların ortak bir alanı, ortak bir çatısıdır. Bu şuur ve bilinç vatandaşlara verilirse, her etnik unsur kendini bu vatan üstünde asıl ve rükün görür. Ve kendini gayri değil, ayni bir unsur telakki eder. Amerika bunu başardığı için, çok milletleri sorunsuz olarak bir çatı altında tutabiliyor.

Üçüncü bağ ise sınıf bağıdır. Bu bağ Hakkari’deki bir Kürt doktor ile İstanbul’daki bir Türk doktor arasında doktorluk sınıfı ile bir alaka ve ilgi kurar. Aynı meslek derneği onları kaynaştırır ve birbiri ile ilgili kılar. Bu da zararsız ve güzel bir bağdır.

Bunun dışında, bölge ve etnik unsurlar asla ön plana çıkarılmamalıdır. Zira bölge ve etnik milliyetçilikler daima ayrıştırıcı olmuştur.

Demokrasi, vatandaşlık ve hürriyet kavramları elbette gerekli ve olması gereken kavramlardır. Üstad Hazretleri bu kavramlara ta Osmanlı döneminden işaret etmiş. Halbuki bu kavramlar güncel siyasetin içine yeni girmektedir.

5. "Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şe'ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir."(2)

Bu medeniyetin insana sunduğu ücret ve mükafat ise, nefsin pespaye arzu ve isteklerini tatmin etmek ve ona uygun fanteziler üretmektir. Bu da insanın ulvi duygularının ölmesine ve manen hayvanileşmesine sebebiyettir. Manen bozulmuş bir adam görünüşte insan da olsa iç cephesi açısından hayvandan farksızdır. Bu tiplerin içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.

Dipnotlar:

(1) bk. Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahâbe, III, 175-178.
(2) bk. Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

ilyas26125
Yukarıdaki izahta" O heva ise, şe'ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. " ifadelerine yer verilmiş. Burada insaniyet için kelbiyet kullanılmasının sebebi ne olabilir?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
İnsan hevasına uyarsa köpekleşir imana uyarsa melekleşir. Köpekleşme hayvandan daha aşağı düşmeyi sembol ediyor.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...