"Mimsiz Medeniyet" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Medeniyet; ‘Medine’ kelimesinden türetilmiş olup, ‘şehirde toplu bir şekilde yaşamak’ manasına gelir. Şehirde yaşayanlara medenî, çölde ve çadırda yaşayanlara da bedevî denilir. Birinci hayat tarzına medeniyet, diğerine ise bedeviyet adı verilir.
Malumdur ki, insan tek başına yaşayamaz, diğer insanlarla bir arada yaşamaya mecburdur. Zira insan, kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Onun için diğer insanlarla birlikte yaşaması, yardımlaşma ve böylece hayatını devam ettirmesi zaruridir.
“Çünkü: İnsanın fıtratı medenîdir, ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” (Tarihçe-i Hayat)
Medenî insan; yardımlaşma, istikamet, adalet, merhamet, hamiyet gibi güzel hasletleri hayatına mal etmek için gayret gösterir. Medeniyeti sadece “maddî terakki”, “fen ve sanatta ileri gitme” olarak görmek doğru değildir.
Medeniyet kelimesinin Osmanlıcada ilk harfi mimdir. Bu mimi kaldırdığımızda geriye deniyet kalır. Deniyet ise alçaklık demektir.
Bediüzzaman, sömürgeci büyük Avrupa devletleri için, “Avrupa’nın ejderhaları” tabirini kullanır. Onların reisleri için, “İnsaniyetperver maskesi altında vahşi reisler” tesbitini yapar. Böyle kişilerin yönlendirdiği ve başkasını yutmakla beslenen ejderhaların meydana getirdiği medeniyetten, mimsiz medeniyet olarak bahseder.
“Evet, mimsiz medeniyet; habis, nazar-ı şeriatta merdud (şeriat böyle bir medeniyeti reddeder), seyyiatı hasenatına galib (kötülükleri iyiliklerinden fazla), intibah-ı beşerle mahkum-u inkıraz (insanlığın uyanmasıyla çökmeye mahkum), sefih, mütemerrid , gaddar, mânen vahşi, dışı süs, içi pis, beşerin nefs-i emmaresi , kurtlanmış bir ağaç görünümündedir.”
“Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayâle gelir.”
Medeniyeti iki şekilde ele almak mümkündür. Bunların birincisi hak dinden, faziletten, güzel ahlaktan, iman ve irfandan uzak olan ehli dalaletin medeniyetleridir. İkincisi ise; hayatını ilâhi vahyin ışığında tanzim eden müminlerin medeniyetidir. Bu iki medeniyeti Bediüzzaman Hazretleri şöyle dile getirmiştir:
“Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me'nus, sîreti makûs bir şeytandır.”
İkincisi, batını nur zahiri rahmet, içi muhabbet, dışı uhuvvet, sureti muavenet, sîreti şefkat, cazibedar bir melektir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Birinci medeniyeti benimseyen ehl-i dalalet dünya saadetini hayatın lezzetini, medeniyet ve sanatta terakkiyi, âhireti düşünmemekte, Allah’ı tanımamakta ve hayvani hürriyette aramaktadırlar.
İkinci yolda giden ehl-i hidayete Kur’an-ı Kerim cennetin ebedî yemişlerini kazandırır. İslâm medeniyetinin temeli Kur’an ve Sünnet-i Seniyyedir. Bunun en mümtaz misali ise, Asr-ı Saadet’tir. Terakki ve medeniyetin ruhu ve esası İslâm dinidir. Hatta bugün Avrupa’nın cihanı hayrette bırakan maddî terakkisinin temeli Emevilerin gerçekleştirdikleri Endülüs Medeniyeti’ne dayanır. Endülüs, Avrupa’nın üstadı olmuş, ilim ve sanatta derin izler bırakmışlardır.
Batı medeniyeti teknik sahada son derece ilerlemesine rağmen insanların huzur ve saadetlerini sağlama konusunda aynı başarıyı göstermemiştir. Çünkü hakiki medeniyetin yayılması hem maddî hem de manevî ilimlerin beraber yürütülmesine bağlıdır. Sadece maddî sahada veya yalnız manevî sahada terakki kâfi değildir. Sadece maddî terakkiye ehemmiyet verilip, inanç ve ahlâkta geri kalınırsa o toplum manevî çöküntüye uğrar. İnsanlar her arzu ettiği şeyi işlerler, birbirinin maddî ve manevî hukukuna tecavüz ederler. Bu da, cemiyetin nizam ve intizamını bozar.
Medeniyetin ölçüsü insana verdiği değere ve ona götürdüğü hizmete göredir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü