"Nur-u Muhammedî" ve "Ruh-u Muhammedî" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Nur-u Muhammedî, mahlûkat âleminin ilk çekirdeğidir. Nur, her çeşit karanlığın, zulmetin zıddıdır. İlim nurdur; cehalet karanlığını yok eder. Hidayet ayrı bir nur; dalâlet onunla ortadan kalkar. İman da nurdur, küfür karanlıklarını mahveder. Her nur bir zulmeti giderir ve bir hakikati gösterir. İşte, bu âlem yaratılmadan önce her şey yokluk karanlığında idi. Cenâb-ı Hak lütuf ve ihsanıyla bu karanlığa son verdi ve bütün varlıklara çekirdek olacak ilk mahlûkunu yarattı. Bu varlık; “... Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur...” hâdis-i şerifinin haber verdiği gibi “Nur-u Muhammedî” idi.

Bu hâdis-i şerifi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Çünkü bu konuda bir takım yanlış yorumlar yapılıyor. Bilindiği gibi canlıların bütün karakterleri genetik şifrelerinde yazılı. Bu yazı, kader kalemiyle işlenmiş bir İlâhî programdır. Bir tohumdaki şifrede ne ağacın şeklini, ne gövdesinin sertliğini, ne yaprağının yeşilliğini, ne de meyvesinin tadını bulabilirsiniz. Bunların hepsi o şifrede bir plan ve program olarak mevcuttur, ama ağacın bütün özelliklerini o şifrede aynen bulmaya çalışmak da boş bir çabadır. Bu noktayı dikkate almadan, bütün mahlûkatın nur-u Muhammedîden yaratılışını düşünen adam, yıldızlarla, ormanlarla, denizlerle bu nur arasında bir benzerlik kurmaya kalkışır ve aldanır.

Bütün İlâhî isimler ilk defa nur-u Muhammedîde tecelli etmişler. Meselâ, Muhyi isminin en ileri tecellisi o nurda mevcut. Yani, o nur hayat sahibi.

Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir.

“Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, “kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler...” şeklinde ifade edilir.

Belki de, göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya nur-u Muhammedîden gerçekleştirilmiş, bu safhada ise nur-u Muhammedîden “madde-i aciniye”,yani bir öz madde yaratılmış ve göklerin ve yerin yaratılmasında bu çekirdek esas olmuştur.

Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması, İlâhî hikmete muvafık düşmektedir. Maddenin nurdan yaratılması garip karşılanmamalıdır. Nitekim madde dediğimiz şeyin, aslında, kesifleşmiş bir enerji olduğu bilinmektedir. Atomun, parçalandığında enerjiye dönüşmesi, işin temelinde kuvvet ve kudretin bulunduğunu gösterir. Bunlar ise, kesif ve maddî değil, lâtif ve nuranîdirler.

“Mukteza-yı hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; âlem-i cismanîden başka, sair âlemlerin nümûnesini ve esasatını câmi’ olsun.”

Vahdetü’l-Vücud meşrebinin sahibi Muhyiddin Arabi hazretlerine göre, ebede kadar yaratılacak bütün varlıkların mahiyetleri (kendi ifadesiyle ayan-ı sabiteleri), tâbir-i caizse nuranî bir çekirdek halinde, Allah’ın ilminde mevcuttu.

“Bir şey mutlak zikredilince kemaline masruftur.” kaidesince, insan denilince de insanlık âleminin en ileri ferdi ve risalet semasının güneşi olan Hz. Muhammed (asm.) akla gelir. Bütün İlâhî isimler ilk defa Nur-u Muhammedî`de tecelli etmişler. Meselâ, onda Muhyi isminin tecellisi var ve “o nur hayat sahibi”. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama bütün hayat çeşitleriyle Resulûllah Efendimiz (a.s.m)'in o pak ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır.

Bütün mahiyetleri icmalen taşıyan bu ilk taayyün mertebesini Muhyiddin Arabî hazretleri, “hakikat-ı Muhammediye”, “âlem-i vahdet”, “vücud-u icmâli”, “nur-u Muhammedî” gibi isimlerle dile getiriyor. Buna göre, nur-u Muhammedî, bütün mahiyetlerin ortak ismidir ve eşyanın yaratılmasıyla bu mahiyetler ilim dairesinden kudret dairesine geçmişlerdir.

İmam-ı Rabbanî hazretleri de Mektûbat`ında şöyle buyurur:

“Hakikat-i Muhammediye`den terakki vaki oldu mânâsında yazdığım cümleye gelince, bu hakikatten murat, o hakikatın zıllıdır ki o hakikat için 'hazret-i ilmin icmâlinden ibarettir.' demişler ve 'Vahdet' tabirini kullanmışlardır.”

Âlem-i Vahdet, Muhyiddin Arabî hazretlerinin ilk taayyün mertebesine verdiği dört isimden birisidir. Bilindiği gibi vahdet, birlik mânâsına geliyor, kesret ise çokluk. Çekirdekte vahdet vardır ve bu vahdetten kesret doğmuştur.

Yüzlerce meyve, binlerle yaprak kesreti ifade ederler ve bu kesret âlemi bir vahdetten doğar. Sonsuz yıldızların kaynaştığı sema, yine sonsuz canlıların oynaştığı yeryüzü, sayısını bilemediğimiz melekler âlemi ve daha nice varlıklar hep kesreti ifade ederler ve bunların tamamı âlem-i Vahdetten, Nur-u Muhammedî`den doğmuşlardır.

Mesnevî-i Nuriye’de, “Muhakkak, semavat ve arz bitişik idiler, biz onları ayırdık.” Meâlindeki âyet-i kerime’nin değişik tefsirleri nazara sunulduktan sonra şu mânâya da yer verilir:

“Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: Nur-u Muhammediye (a.s.m)’den yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisâl ettirilmesine işarettir.”

Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, bu hikmet âleminin yaratılış çekirdeği olan nur-u Muhammedîden âlem safha safha yaratılmıştır. Bütün fizik âleminin, semavat ve arzın yaratılışı da bu kaide çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu nurdan, Üstadın ifadesiyle bir “madde-i aciniye” yaratılmış ve bu öz macun, bu şifre mahlûk göklerin ve yer küremizin yaratılmasında esas olmuştur.

Nur-u Muhammedi’den maksat, İslam ve iman hakikatleridir ki bu hakikatleri insanlığa ders verip hediye eden Peygamber Efendimiz (asv)'dir. Bu öyle bir nurdur ki, her asırda milyonlarca insanın kalp ve gönül dünyasını aydınlatıyor ve o insanları ebedî saadete eriştiriyor. İnsanları dünya ve ukba saadetine sevk ediyor.

Bir kitabın yazılmasında en mühim ve kıymetli malzeme mürekkeptir. Bütün kitabın cümle ve harfleri onunla yazıldığı için, mürekkep kitabın bir cihetle maddi cesedi gibidir. Kitap için mürekkep çok kıymetli ve vazgeçilmez bir unsurdur.

Aynı şekilde kâinat kitabının nihayetsiz hikmet ve nakışlarının -tabiri yerinde ise- hammaddesi ve mürekkebi de Peygamber Efendimiz (asv)'in nurudur. İlk yaratılan şey Peygamber Efendimiz (asv)'in nuru olduğu ve her şey bu nurdan yaratıldığı için, bir cihetle O (asv)'in nuru, şu maddi kâinatın bir hammaddesi ve mürekkebi hükmündedir denilebilir.

Bir kâtip kafasındaki manaları mürekkep vasıtası ile nasıl kitaba aktarıyor ise, tabiri caiz ise Allah da sonsuz ilmindeki mana ve hikmetleri Peygamber Efendimiz (asv)'in nurunu vesile kılarak kâinatta yazıp sergiliyor.

Hayat-ı Muhammedi: Peygamber Efendimiz (asv)'in mübarek ve nuranî hayatıdır. Zaten hayat, ruhun bir vasfı, hassesi ve onun ayrılmaz bir cüzüdür.

Ruh-u Muhammedî: Peygamber Efendimiz (asv)'in mübarek ve şerefli ruhudur. Yaratılmışlar içinde en yüksek ve en kıymetli ruh demektir.

Peygamber Efendimiz (asv)'in mübarek ruhu ise, bu kıymetli atiyenin yani Nur-u Muhammedi'nin matiyesi yani taşıyıcısıdır. Nur yük, ruh ise bu yükün taşıyıcısıdır. Nur-u Muhammedi (asv) ile mübarek ruhu arasında bir rakam telaffuz etmek mümkün değildir. Ama şunu iyi biliyoruz ki o hep ilk sıradadır. Yani ilk yaratılan ruh onun ruhudur.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
N
Okunma sayısı : 22.787
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

erdem79

Çok istifadeli oldu Allah razı olsun ..

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...