"Nur’u kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ mânevî kemâlâtlarına ve belâlardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"‘Sakın, sakın, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risâle-i Nur’u kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ mânevî kemâlâtlarına ve belâlardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma. Tâ ki Nurun en büyük kuvveti olan ihlâs-ı hakikî zedelenmesin’ diye, kader-i İlâhînin şefkatli tokatları olduğuna...”(1)
Resulullah Efendimiz (asm) bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor: "Seyyidül kavmi hadimuhum" / "Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir."(2) Bu hadis hükmünce, esasında en büyük makam, mevki ve şeref hizmetkârlıktadır. Bu sebepten dolayı kelime-i şehadette kulluk, risaletten evvel gelmiştir.
Üstadımız Nur talebelerini tarif ederken “Ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selamete çıkaran sefine-i Rabbaniye de çalışan hademeleriz.”(3) tabiriyle, bizlerin vasfımızı hademelik olarak tarif etmiştir.
Yukarıdaki hakikatler muvacehesinde meseleye atf-ı nazar edersek, Muazzez Üstadımızın Nur talebelerine ihlaslarını muhafaza noktasında yaptığı telkinatların ne kadar mühim olduğunu anlamış oluruz. Zira ekseriyetle ibadette, fazilette ve kemalatta ileri gidenler ihlaslarını muhafaza edemezlerse; karşılık bekler, hürmet, itaat, alakadarlık, iltifat ve alayişten memnun olurlar. Bunlar ise ihlası kırar. Zira ihlas, hizmetkârlığın ve vazife-i tebliğin sırf Allah rızası için yapılmasını esas alır. Bu gibi beklentiler ise, bir nevi dünyevî ve peşin ücret olduğundan ahirette karşılığı kalmaz veya azalır.
Üstad Hazretlerinin hayatı boyunca hizmet-i imaniyeyi esas maksat yaparak yaptığı ihlaslı vazifelerinin yanında, doksan yıla yakın ömründe çekmediği cefa ve görmediği eza kalmamıştır. Bunun sebebini kendileri bizzat şöyle ifade etmektedir: "Ey Said, hizmet-i imaniyeyi ve vazife-i Kur'aniyeyi maddî ve manevî hiçbir menfaat ve kemalata alet yapamazsın."
Bu sebeple Üstad Hazretleri maddeten yirmi liralık bir tereke ile dünyayı terk etmiştir. Maneviyat olarak da kendilerine isnad edilen hiçbir manevî rütbe ve makamata talib olmamış ve iltifatlardan hoşlanmamıştır.
“Ben kendimi beğenmiyorum. Beni beğenenleri de beğenmiyorum” ifadeleriyle ihlasın ve tevazuun zirvesinde yaşamıştır.
Risale-i Nur Külliyatı'ndan anladığımız şudur ki: Bir Nur talebesinin ihlasını muhafaza etmesi ve hizmetlerinin müessiriyetinin artması için, şu üç hususa çok dikkat etmesi elzemdir.
1. Davamız merciiyeti kaldırmıyor. Yani hiç kimse bu davanın lideri olamaz ve istikamet veremez. Zira Üstad kendini merciiyetten azletmiş. Onun makamını ve vazifesini deruhte edecek hiçbir şahıs olamaz. Bu sebeple Muazzez Üstadımız meşverete çok ehemmiyet vermiş ve şahs-ı maneviyi kuvvetlendirmiştir.
2. Mesleğimiz ve davamız tarafgirliği kaldırmıyor. Üstadımız “Kimin, nereden, nasıl ve ne şekilde olsun istifadesine taraftar olmak” talimatıyla kuvvete kuvvet vermeyi, meşreb taassubundan kurtulmayı ve ihlasımızı bu şekilde muhafaza etmeyi tembihlemiştir.
3. Hizmetimizi ve Risale-i Nuru maddî ve manevî şahsî kemalatınıza ve menfaatinize alet etmemek kaidesince, en zayıf damarımızı nazara vererek bu mesele üzerinde hassasiyetle durmuştur.
Üstadımız'dan bu tarafa camiamızın geçirmiş olduğu merhaleler ve ihtilaflara baktığımızda; ihlasımızı ve samimiyetimizi kıran, mezkûr üç meselede verdiğimiz tavizlerle beslendiğini görüyoruz.
Hele hele üçüncü maddede zikredilen husus en zayıf ve en aciz cihetimizdir. İhtilafların ve geçimsizliklerin temelinde bu üçüncü maddede zikredilen hususlar vardır.
Bu mesele hizmetimizde olduğu gibi, İslam âleminde de ihtilafların ve keşmekeşliklerin temelinde bu üç mesele yatmaktadır.
Hulasa olarak; biz Allah rızası için hizmet-i imaniyede bulunabilmek ve muvaffakiyete gidebilmek için Nur talebeleri olarak kendi aramızda samimiyeti, uhuvveti ve ittihadı muhafaza için İhlas Risalesindeki düsturlarını kendimize rehber etmemiz ve yaşamamız şarttır. Diğer cemaatlerle ve cemiyetlerle muhabbetimizi arttırmak, en geniş dairede ittihad-ı İslam’ı tahakkuk ettirmek için de Uhuvvet Risalesi kanun-u esasîmiz ve yol haritamız olmalıdır.
En büyük zaafiyetlerimizden birisi de okuduklarınımızı kemaliyle yaşayamamaktır. Zira din muamelattır. İhlasla yaşadıklarımız bizimle beraber olacaktır. Aksi halde bilmenin, anlatmanın ve okumanın da ayrı bir hesabı verilecektir. En az on beş günde bir İhlas Risalesini okuyup, aynı davada hizmet eden ve aynı maksada yürüyen hizmet mensuplarımızı tenkit etmek ve kabullenememek veya aleyhlerinde konuşmak ihlastan nasibimizin kemaliyle olmadığını gösterir.
Aynı şekilde Uhuvvet Risalesini okuyup hatta ezberleyip, diğer cemaatlerin gıybetini yapmak da uhuvvetten kemaliyle nasibimizin olmadığını gösterir.
Bu sebeple Risale-i Nurlarla muhatap olmanın üç esası vardır.
1. Okumak,
2. Anlamak,
3. Hayata mal edip yaşamaktır.
Gaye, davanın fiilen yaşanması ve hayata geçirilmesidir.
Evet, Risale-i Nuru sadece dünyevî işlerimiz rast gitsin, ticaretimiz bereketli olsun düşüncesi ile okursak, ihlasla bağdaşmayacağı için Risale-i Nur'dan manevî feyiz de alamayız. Hatta bazen maksadımızın aksi ile tokat yeriz. Yani dünyevî işlerimiz rast gitmediği gibi, ticaretimizin de bereketi kaçabilir.
Ayrıca Risale-i Nurları bela ve musibetlerden korunmak niyeti ile de okumak da yine ihlasa zıt olacağı için, şefkat tokadı olarak belalara maruz kalmaya vesile olabilir.
Dipnotlar:
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, 66. Mektup.
(2) bk. Deylemî, Müsned, II, 324.
(3) bk. Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Maddiyat, her zaman maneviyata mübayin değil, belki bazen musaddık hükmüne geçer. Hilafet davasında muvaffakiyet delil olmuş. Dikkat buyrun saltanat değil, hilafet. Bu da işaret eder ki, şahs-ı manevi asıldır. Rıza-yı İlâhî kâfidir. Eğer o yâr ise, herşey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlâsı kırar. Eğer müşevvik ise saffetini izale eder. Eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek, Cenâb-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesîri namına kabul etmek güzeldir ki...