"O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm'in emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul." Buradaki "sultan" hangi latifedir ve "itaat etme"yi nasıl anlayabiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Sen kendi mahiyetine bak ki senin latîfelerin içinde öyle bir latîfe var ki ebedden ve ebedî zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, mâsivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise senin duygularının ve latîfelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul!" (Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Birinci Nota)

O latife, kalptir. Kalp, insanın duygularının ve mahiyetinin sultanı hükmündedir. Yani insanın beden ülkesinin sultanı kalptir. Kalp istikamet içinde olursa, ona tabi olan diğer duygu ve latifeler de ona uyarak düzgün ve istikamet içinde olur. Bu inceliğe Peygamber Efendimiz (asm.) şu şekilde işaret ediyor:

“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi /doğru / düzgün olursa bütün vücut iyi / doğru / düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (bk. Buharî, İman, 39.)

Bu hadisin yorumu sadedinde Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün / iyi olursa askerleri de düzgün / iyi olur. Sultan bozuk / kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.” (bk. Abdurrezzak, el-Musannef, XI, 221.)

Doğru ve istikamet içinde olan kalbin arkasına takılmak gerekir. Kalp, Allah aşkı ile ibadet ederse; göz harama bakmaz, dil yalan konuşmaz, kulak haram işitmez, ayak harama gitmez, vs...

Kalp; hem imanın hem marifet ve muhabbetin yuvası ve karargâhı olması hasebi ile bütün duygularımızın ve latifelerimizin sultanıdır.

Kalp, çam kozalağına benzeyen bir et parçasından ibaret değildir.

"Kalpten maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır." (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 7. Ayetin Tefsiri.)

Kalp, vicdandan gelen hissiyat ile dimağdan yani akıldan gelen fikirlerin şekillendiği bir latife, bir duygudur.

Akıl; kavrayış, zekâ, idrak etme ve düşünme aletidir. Akıl, hak ve batılı, hayır ve şerri, kemal ve noksanı, faydalıyı ve zararlıyı birbirinden tefrik edip insanı doğru yola sevk eden Rabbanî bir mürşit ve manevi bir kuvvettir.

Vicdan ise, insanın fıtratına konulmuş hakikat miyarıdır. Vicdan bir nevi insanın iç âleminin mizanlarını kalbe gönderen bir iç kanaldır.

"...vicdan denilşen fıtrat-ı zîşuurdur." (bk. Mesnevi-i Nuriye, Nokta)

Cenab-ı Hakk’ın insanların kalbine ihsan ettiği bir marifet nuru olan vicdan, hayrı kabul ve şerri reddeden, haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir. Saadet, istikamet, nefis muhasebesi, tedbir, insaf, merhamet ve adalet gibi ulvi hasletler vicdanın mümeyyiz vasıflarındandır. Akıl yanılsa bile vicdan yanılmaz, aldanmaz ve aldatmaz.

Bu iki kanaldan gelen malumatlar kalp denilen latifede depolanır, yoğrulur ve şekillenir. Kalp, yolunu bu bilgiler ışığında seçer ve ona göre yaşar. Bu yüzden kalp, insan mahiyetinin en mühim latifesidir ve karar mekanizmasıdır. Kalbin bu işleyişinde akıl vesilesiyle gelen marifetin büyük bir tesiri vardır.

Hutbe-i Şamiye’de insandaki latifenin müşahedetullah için yaratıldığı ifade edilir.

Müşahedetullah; her an Allah’ın huzurunda olduğumuzu bilmek, onun sıfat ve isimlerinin tezahürlerini müşahede etmektir. Müşahedetullahın en ileri derecesi rü’yettir. Büyük zatların en büyük gayesi, marifetullah, muhabbetullah ve rüyetullahtır. Maksatları cennet değil, cemal-i İlahidir. Zira cennet de mahluktur. Onlar mahluk olana değil, nihayetsiz cemal ve kemal sahibi olan mahbub-u hakikiye kavuşmaya ve onun rüyetine mazhar olmaya âşıktırlar.

"İşte şu sırdandır ki, Vedûd ismine mazhar bir kısım evliya, 'Cenneti istemiyoruz. Bir lem’a-i muhabbet-i İlâhiye ebeden bize kâfidir.' demişler."

"Hem ondandır ki, hadiste geldiği gibi, 'Cennette bir dakika rüyet-i cemâl-i İlâhî, bütün cennet lezâizine fâiktir.'" (Sözler, 32. Söz, 2. Mevkıf)

Allah’ın cemal ve kemalini müşahede etmekten daha büyük bir nimet tasavvur edilemez. Ancak Allah’ı müşahede nimeti ona olan muhabbetin derecesine göredir. Muhabbet ne kadar ziyadeleşirse lezzet de o nisbette ziyadeleşir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 20.015
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

merkezsener
KALP AYİNE-İ SAMEDDİR. AYİNE-İ SAMED OLMAZSA AYİNE-İ SANEM OLUR.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...