"O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul.” Buradaki "sultan" hangi latifemizdir ve "itaat etme"yi nasıl anlayabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
"Sen kendi mahiyetine bak ki: Senin lâtifelerin içinde öyle bir lâtife var ki, ebedden ve Ebedî Zattan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor. Mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve lâtifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîmin emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul." (1)
O latife, kalptir. Kalp insanın duygularının ve mahiyetinin sultanı hükmündedir. Yani insanın beden ülkesinin sultanı kalptir. Kalp istikamet içinde olursa, ona tabi olan diğer duygu ve latifeler de ona uyarak düzgün ve istikamet içinde olur. Bu inceliğe Peygamber Efendimiz (asm.) şu şekilde işaret ediyor:
“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (2)
Bu hadisin yorumu sadedinde Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan bozuk/kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.”(3)
Doğru ve istikamet içinde olan kalbin arkasına takılmak gerekir. Kalp, Allah aşkı ile ibadet ederse; göz harama bakmaz, dil yalan konuşmaz, kulak haram işitmez, ayak harama gitmez, vs...
Kalp; hem imanın, hem marifet ve muhabbetin yuvası ve karargâhı olması hasebi ile bütün duygularımızın ve latifelerimizin sultanıdır.
Kalp, çam kozalağına benzeyen bir et parçasından ibaret değildir.
"Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır."(4)
Kalp, vicdandan gelen hissiyat ile dimağdan yani akıldan gelen fikirlerin şekillendiği bir latife, bir duygudur.
Akıl; kavrayış, zekâ, idrak etme ve düşünme aletidir. Akıl, hak ve batılı, hayır ve şerri, kemal ve noksanı, faydalıyı ve zararlıyı birbirinden tefrik edip insanı doğru yola sevk eden Rabbanî bir mürşit ve manevî bir kuvvettir.
Vicdan ise, insanın fıtratına konulmuş hakikat miyarıdır. Vicdan bir nevi insanın iç âleminin mizanlarını kalbe gönderen bir iç kanaldır.
“Vicdan, fıtrat-ı zîşuurdur.” (Mesnevi-i Nuriye)
Cenab-ı Hakk’ın insanların kalbine ihsan ettiği bir marifet nuru olan vicdan, hayrı kabul ve şerri reddeden, haksızlığı kabul etmeyen emin bir mürşittir. Saadet, istikamet, nefis muhasebesi, tedbir, insaf, merhamet ve adalet gibi ulvî hasletler vicdanın mümeyyiz vasıflarındandır. Akıl yanılsa bile vicdan yanılmaz, aldanmaz ve aldatmaz.
Bu iki kanaldan gelen malumatlar kalb denilen latifede depolanır, yoğrulur ve şekillenir. Kalb yolunu bu bilgiler ışığında seçer ve ona göre yaşar. Bu yüzden kalb, insan mahiyetinin en mühim latifesidir ve karar mekanizmasıdır. Kalbin bu işleyişinde akıl vesilesiyle gelen marifetin büyük bir tesiri vardır.
Hutbe-i Şamiye’de insandaki latifenin müşahedetullah için yaratıldığı ifade edilir.
Müşahedetullah; her an Allah’ın huzurunda olduğumuzu bilmek, O’nun sıfat ve isimlerinin tezahürlerini müşahede etmektir. Müşahedetullahın en ileri derecesi rü’yettir. Büyük zâtların en büyük gayesi, marifetullah, muhabbetullah ve rüyetullahtır. Maksatları cennet değil, cemal-i İlâhîdir. Zira cennet de mahlûktur. Onlar mahlûk olana değil, nihayetsiz cemâl ve kemâl sahibi olan mahbub-u hakikiye kavuşmaya ve O’nun rüyetine mazhar olmaya âşıktırlar. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Cennet’te bir dakika rü’yet-i cemâl-i İlâhî, bütün Cennet lezâizine fâiktir.”
“İşte şu sırdandır ki; ‘Vedûd’ ismine mazhar bir kısım evliyâ: ‘Cennet’i istemiyoruz; bir lem’a-i muhabbet-i İlâhiye, ebeden bize kâfidir.’ demişler.” (Sözler)
Allah’ın cemal ve kemalini müşahede etmekten daha büyük bir nimet tasavvur edilemez. Ancak Allah’ı müşahede nimeti O’na olan muhabbetin derecesine göredir. Muhabbet ne kadar ziyadeleşirse lezzet de o nisbette ziyadeleşir.
Dipnotlar
(1) bk. Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Birinci Nota.
(2) bk. Buharî, İman, 39.
(3) bk. Abdurrezzak, el-Musannef, XI/221.
(4) İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 7. ayetin tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar