"Rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi." ifadesini nasıl anlayabiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bir hadis-i şerifte Cenab-ı Hakk'ın gülmesinden söz edilir. Ulema efendilerimiz bunu "O'nun rızası" şeklinde tefsir etmektedirler. Burada da benzeri bir durum söz konusudur. Yoksa beşerî ölçülerle anlarsak, meseleyi yanlış değerlendirmiş oluruz. Ayetin ifade ettiği gibi "...Hiçbir şey Allah'ın misli gibi değildir..."(bk. Şura, 42/11)

Zaten bu meselenin anlatıldığı yerde; "rahmet-i ilahiyeyi tebessüme getirmiş, azaptan kurtulduğu gibi" ifadesine yer verilmiştir.

Normalde "tebessüm" insana ait bir durumdur ve Allah’a izafe edilmesi caiz değildir. Lakin Allah’ın şuûnatı vardır ve bu şuûnatı ifade etmek pek müşküldür ki buna "dıyk-ı elfaz" (Lafız darlığı) deniliyor. Bu yüzden insanın şuûnat-ı İlahiyeyi anlaması ancak kendine en yakın tabirlerle ifade edilebilir.

Mesela, "lezzet-i mukaddese", "memnuniyet-i mukaddese", "İftihar-ı kudsî" gibi ifadeler, Allah’ın yüksek ve ulvî hâline işaret eden ipuçlarıdır. Allah’ın da kendi Zat-ı Akdesine münasip, münezzeh bir lezzet alma, memnun olma ve sürur duyma hâli vardır ve biz bu hali ancak kendimizdeki ahval ile kıyaslayarak anlayabiliriz.

"Rahmet-i İlahiyyeyi tebessüme getirdiği" ifadesinde de benzer bir mâna bulunuyor. Yani Allah’ın Zat-ı Akdesine uygun bir tebessümü vardır, ama biz bunun keyfiyetini tam mânası ile idrak edemeyiz. Onun misli olmadığı için, bu gibi ifadeleri birebir mizana vuramayız.

Medrese talebesinin kabirde meleklere, medresede öğrendiği ders ile cevap vermesi Allah’ın hoşuna gitmiş ve ona tebessüm etmiş. Tabiî burada Allah’a izafe edilen "hoşlanma ve tebessüm etme" tabirlerini, şuûnat olarak anlamalıyız.

Şuûnat; şe’n’in cem’i olup en yakın mânâ olarak “şe’n, hal, tavır, kabiliyet” deniliyor.

Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir. Hâlıkıyet ise şe’nidir. Yâni, yaratıcı olmak Allah’ın şânındandır. Bu hâlıkıyetini icra etmek diledi mi bu dilemeyi, yâni bu iradeyi, ilim, kudret gibi sıfatlar takib ediyor ve halk (yaratma) fiili icra ediliyor. Böylece yaratılan o mahlûkta Hâlık ismi tecelli ediyor.

Rab da Cenâb-ı Hakk’ın bir başka ismi. Rab, yâni terbiye edici. Rububiyet (terbiye edici olmak) ise Allah’ın bir şe’ni. Bütün İlâhî isimler böylece düşünüldüğünde herbirinin şuûnât-ı ilâhiyyeden bir şe’n’e dayandığı anlaşılır.

Sevmek, lezzet almak, hoşlanmak insan için birer şe’ndir. Allah da mahlûkatını sever ama bizim bir eserimizi sevmemiz gibi değil. İşte bu İlâhî muhabbeti, mahlûkatın sevgilerinden ayırmak için “mukaddes” kelimesi kullanılır. Allah da kulunun ibadetinden memnun olur. Ama bu memnuniyet bir padişahın kendisine itaat eden bir askerinden memnuniyeti cinsinden değildir. İşte bunu zihinlere yerleştirmek için “memnuniyet-i mukaddese” tabiri kullanılıyor. Bunlar da şuûnat-ı İlahiyedendirler. Allah’ın bütün mahlûkatının ihtiyaçlarını görmekte bir lezzet-i mukaddesesi vardır. Ama bu lezzet, bizim bir fakiri giydirmekten yahut doyurmaktan aldığımız lezzet gibi değildir.

“Her bir faaliyette bir lezzet nev’i vardır” hakikatından hareket ederek kâinata nazar ettiğimizde, Cenâb-ı Hakk’ın herbir fiilini icra etmekte, herbir ismini tecelli ettirmekte bir lezzet-i mukaddesesi olduğu aklımıza görünür. Bu lezzetin keyfiyetini ise akıl idrak edemez. Zira akıl ancak mahlûkat sahasında düşünebilir.

“İşte bu en yüksek makam-ı mahbubiyeti, Süleyman Efendi, "Ben sana âşık olmuşum" tabiriyle beyan etmiştir. Şu tabir bir mirsad-ı tefekkürdür, gayet uzaktan uzağa bu hakikate bir işarettir. Bununla beraber, madem bu tabir şe'n-i rububiyete münasip olmayan mânâyı hatıra getiriyor; en iyisi, şu tabir yerine "Ben senden razı olmuşum" denilmeli."(1)

Allah’ın yüksek hallerine işaret eden bu gibi tabirleri, salim ve selametli anlamak için tevil ve tabir etmek gerekiyor. Üstad Hazretlerinin "Ben sana âşık olmuşum..." tabirini "Ben senden razı olmuşum..." şeklinde tevil ve tabir etmesi buna güzel bir misaldir.

Gülmek değil de tebessüm etmek şuûnatı, Risale-i Nurlarda şu şekil de geçmektedir:

"Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir'in: 'Men Rabbüke' (Senin Rabbin kimdir?) diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip nahiv ilmiyle cevap vererek, 'Men mübtedâdır, Rabbüke onun haberidir. Müşkül bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır.' diyerek, hem o melâikeleri, hem hazır ruhları, hem o vâkıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfü'l-kubur velîsini güldürdü ve rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi."(2)

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup'un İkinci Zeyli.
(2) bk.
Şualar, On Birinci Şua, On Birinci Mesele.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 10.436
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...