"Risale-i Münacat'ın başında, Cevşen-ül Kebir'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşen'in dahi misli yoktur diyecek..." Mezkûr yer neresidir? Bir de neden doksan dokuz deniliyor?
Değerli Kardeşimiz;
“Risale-i Münacat'ın başında, Cevşen-ül Kebir'in doksandokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan adam” ifadesi ile kast edilen kısım, latince Münacaatta yer almamaktadır. Ancak Osmanlıca olan münacaatın başında yer almaktadır, şöyle ki:
Cevşenü’l-kebir olarak bilinen ve Büyük cevşenin kısımlarından (fıkra) iki tanesi münacaat risalenin başına alınmıştır. Nitekim bir sayfa sonrasında Hz. Ali (ra) Efendimizin de bir kısa münacaatı yer almaktadır.
Böylece üstadın münacaatı, Peygamber Efendimiz (asm) ile Hz. Alinin (ra) bu ifadelerinden mülhem olarak ortaya çıkmıştır denilebilir.
Bu fıkra ile ilgili üstad Hazretlerinin izahı şöyledir:
İşte Müfessir-i Âzam -Hz. Peygamber (asm)- bu münacatıyla, o ayet-i azimenin [Münacat risalesinin başında yer alan Bakara süresinin 164. ayeti] bir vechini tefsir etmiştir. Bir kısa meali ve tercümesi budur:
"Ey göklerde ve ecram-ı ulviyede azameti görünen Zat-ı Zülcelâl!
Ey zeminde ve zeminin her bir mevcudunda vahdaniyetin delilleri, ayetleri müşahede edilen Zat-ı Zülkemal!
Ey her bir şeyde ve mahlûkta vücub-i vücuduna delâlet eden bürhanlar bulunan Zat-ı Vacibü’l-Vücud!
Ey azametli denizlerde acibeleri yaratan Zat-ı Celîl-i Zülkemal!
Ey dağlarda zîhayatların hacetleri için iddihar edilen hazineleri halk eden Hallâk-ı Kerîm!
Ey her bir şeyin yaratılışını güzel yapan, güzel tedbirini gören ve ona levazımatını güzel bir tarzda veren Zat-ı Cemîl-i Zülikram!
Ey her şeyi her bir hacetinde her bir emrinde ona müracaat eden ve her bir mevcut her bir keyfiyetinde ona dayanan ve her bir hak ve hakikat ve hüküm ve hâkimiyet ona raci olan Zat-ı Kadîr ve Rabb-i Külli Şey!
Ey her şeyde zahir bir surette lütfunun eserleri ve inayetinin cilveleri ve güzel sanatının lâtif nakışları ve rahmetinin letafetli hediyeleri müşahede edilen Zat-ı Lâtif-i Habîr!
Ey zîşuur mahlûkatına kudretini göstermek için kâinatı bir meşher-i acaip yapan ve umum masnuatını kudret ve hikmet ve rahmet gibi kemalâtını teşhir etmek için birer dellâl, birer ilânname hükmüne getiren Zat-ı Kadîr-i Hakîm!
Sen aczden ve şerikten, kusurdan münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki, bize imdat etsin.
El-aman! El-aman! Bizi azap ateşinden ve cehennemden kurtar."
Doksan dokuz meselesinde ise şu noktalar nazara alınmış olabilir:
a) “Doksan dokuz” ifadesi “yüz” ifadesinden daha dikkat çekici olduğu için tercih edilmiş olabilir. Yoksa “doksan dokuz” ifadesi bir “hasr” ifadesi olarak kullanılmamıştır. Yani “yalnız bu kadar sayı var” demek manasına gelmez.
b) Yüzüncü fıkra Cevşen'in hatimesini bildiren bir duadan ibarettir. Bu son fıkradan başka Cevşen'in hiçbir yerinde “Ey Rabbimiz!..” şeklinde birinci nefs-i mütekellim-i maa’l-ğayr kullanılmamıştır. Bu ise bu fıkranın tek başına ihtiva ettiği bir hususiyetin olduğunu ve Cevşen’in bir hatimesi ve bir nevi hulasası olduğu için -Rabbimizin kâinat umumundaki tecellileri itibariyle değil, yanız insana bakan cihetiyle- bir duadır ve bu açıdan Cevşen’in bir nevi tekrarı gibidir. Bu sebeple, sayılmamış olabilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar