Risale-i Nur mağlup edilebilir mi?
Değerli Kardeşimiz;
Cenab-ı Hak Kur'anı Azimüşşan da; "Vela retbin vela yâbisin illa fi kitabin mübin" ayeti muktezasınca, yaş ve kuru her şeyin Kur'an'da mevcut olduğunu söyler. Kur'an her şeyin kıymetine göre ve bu dünyadaki ehemmiyeti noktasından bazı şeyleri icmali, bazı şeyleri de tafsili bir şekilde izah eder. Bu meyanda diyebiliriz ki, Kur'an her şeyden bahseder; ancak esas itibariyle dört şeyi ele alır. .Bunlar; uluhiyet, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadettir.
İşte Risale-i Nur eserleri de Kur'an'a tam bir ayine olmasından, Kur'an da geçen bu mevzuları esas almış ve getirmiş olduğu mukavemetsuz izahlarla Kur'an'ın muarızlarının kafalarını onarmış ve gerek onlara, gerekse de ehl-i imana bir âb-ı hayat olmuştur.
Risale-i Nur eserleri Kur'an da bulunan elvan-ı sebayı, belağat, cezalet, fesahati kendi üzerinde tam gösterdiğinden dolayı, gücünü ve kuvvetini oradan almaktadır. Nasıl ki, Kur'an on dört asırdır mağlup edilememiş, bu sırdan dolayıdır ki, bu eserler Kur'an-ı Kerim'e tam istinad ettiğinden, Allah'ın havl ve kuvvetiyle Risale-i Nur fikirleri de mağlup edilemeyecektir. Risaleler, bin yıldan bu yana İslamiyet aleyhinde teraküm edip biriken sorulara, akli ve mantıki bir şekilde cevap vermekte muarızlarını ya ilzam veya ikna edip susturmaktadır.
Aşağıya Bediüzzaman Hazretlerine yöneltilen bir soruyu ve cevabını derc ederek mevzumuzu noktalıyoruz:
"İşittim ki, diyorlar: “Said elli bin nefer kuvvetindedir; onun için serbest bırakmıyoruz.” Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz, divane gibi hükmediyorsunuz? Eğer korkunuz şahsımdan ise, elli bin nefer değil, belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir.
Yani, odamın kapısında durup bana “Çıkmayacaksın” diyebilir. Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur’ân’a ait dellâllığımdan ve kuvve-i mâneviye-i imaniyeden ise, elli bin nefer değil, yanlışsınız, meslek itibarıyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü, Kur’ân-ı Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduğu halde bütün Avrupa’ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envâr-ı imaniye ile, onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kal’alarını zirüzeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm.
Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşaallah mağlûp edemezler. Madem böyledir; ben sizin dünyanıza karışmıyorum, siz de benim âhiretime karışmayınız. Karışsanız da beyhudedir!
Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzû ile dönmez,/ Bir şem’a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez! Benim hakkımda, müstesna bir surette, pek ziyade ehl-i dünya tevehhüm edip âdetâ korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teşkil etmeyen ve ittihama medar olmayan şeyhlik, büyüklük, hanedan, aşiret sahibi, nüfuzlu, etbâı çok, hemşehrileriyle görüşmek, dünya ahvâliyle alâkadar olmak, hattâ siyasete girmek, hattâ muhalif olmak gibi, bende bulunmayan emirleri tahayyül ederek evhâma düşmüşler.
Hattâ hapiste ve hariçteki, yani kendilerince kàbil-i af olmayanların dahi aflarını müzakere ettikleri sırada, beni âdetâ herşeyden men ettiler. Fena ve fâni bir adamın, güzel ve bâki şöyle bir sözü var: Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,/ Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Ben de derim: Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa,/Kur’ân’ın feyziyle, hâdiminde de/ Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır,/ Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır. (1)
(1) bk. Mektubat, On Altıncı Mektubun Zeyli.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü