"Risale-i Nur’un tarz-ı beyanını gören, lâkayt kalamaz. Başka eserler gibi yalnız aklı ve kalbi değil, belki nefsi de ve hissiyatı da musahhar eder." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Nefsi ikna etmek çok farklı bir meseledir. Nefis, akıl ve mantıktan ziyade, zarar ve fayda ile hareket eder. Yani nefis o anki fayda ve zarara göre tavır alır. Nefis menfaati olan şeye dört elle sarılır, menfaati olmayan veya zarar gördüğü şeyden hemen kaçıp uzaklaşır.
Yani nefis peşin lezzetin peşinden koşar, peşin azaptan çekinir, ama istikbalde mazhar olacağı cennet gibi azim mükâfata veya göreceği azaba fazla ehemmiyet vermez veya düşünmez. Dolayısı ile nefsi ancak ibadetteki dünyevî fayda ve günahtaki dünyevî zarar ile ikna etmek gerekiyor.
Üstad Hazretleri bu inceliğe şu şekilde işaret ediyor:
"Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı i'câzıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir mânevî cehennemi dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada mânevî bir cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i Şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi mânevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor. Çünkü, bu zamanda iki dehşetli hâl var."
"Birincisi: Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlûp etmektir. Ve يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا âyetinin işaretiyle, bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalâlete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten gidiyor. Yoksa, bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında, Cenâb-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azabıyla insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yoluyla ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da 'Cenâb-ı Hak Gafûrü’r-Rahîmdir, hem cehennem pek uzaktır.' der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlûp olur."
"İşte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalâletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip, aklı başında olanları tövbeye sevkeder. O muvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerdeki kısa muvazeneler ve Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalâlette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Meselâ, Âyet-i Nurda, seyahat-i hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz. Tafsilini isteyen Sikke-i Gaybiyenin âhirine baksın."(1)
Akılları gözüne inmiş ve maddeci olan bu zaman insanını sadece cennet sevdası ve cehennem korkusu ile ıslah etmek çok zor olduğu için, Üstad Hazretleri iman ve küfrün dünyadaki neticelerini göstererek mükemmel bir ıslah tarzı geliştirmiş. Yoksa sırf dünyaya ait mutluluk nazara verilmiyor. Bu tarz ifadeler materyalist olan nefsi ıslah ve yola getirmek içindir.
(1) bk. Şualar, On Beşinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar