"Risale-i Nur beraet etmezse ve benim müdafaatım nazara alınmazsa, faydasız, zâhirî inkârınız sizi kurtarmayacak." İnkâr edilen nedir, konuyu izah eder misiniz?

Soru Detayı
- Devamındaki mezkûr Şeyh Süleyman hakkında malumat verebilir misiniz?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Mezkûr cümlede ifade edilen zahirî inkâr; Nur talebesi olduğunu inkâr etmektir. Yoksa imandan dönmek mânasındaki inkâr değildir. Bir kişi, "Ben Nur talebesi değilim" diyebilir. Bu ifade; "Ben Nur talebeliğine layık değilim" mânasına da gelir. İşte böyle bir zahirî inkârdan bahsediliyor.

“Dördüncü Nokta: Risale-i Nur beraet etmezse ve benim müdafaatım nazara alınmazsa, faydasız, zâhirî inkârınız sizi kurtarmayacak. Vahdet-i mesele haysiyetiyle biz birbirimizle bağlanmışız; yalnız münasebetleri pek az bulunan bir kısım arkadaşlar kurtulabilirler. Eskişehir Mahkemesi, bunu bilfiil gösterdi. Bir seneden beri, gayet dikkatle içimize casusları sokan ve safdil ve cür'etkâr talebelerin ifşaatını zapteden ve bil'iltizam bizi perişan ve mesleğimizden pişman etmek için her vesileyi istimal eden, hattâ aleyhimize Şeyh Abdülhakîm'i sevk ettikleri halde, onu ve Şeyh Abdülbâki'yi ve bana ara sıra itiraz eden Şeyh Süleyman'ı bizim gibi perişan eden adamlara karşı inkârlarınız ve kaçmanız, onların kanaat-i vicdaniye dedikleri düşüncelerinde beş para etmez ve Eskişehir'de dahi etmedi.”(1)

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin üç büyük hapis hayatından olan Denizli hapsinde talebelerine göndermiş olduğu mektuplardan birisinde, yukarıda ifade edildiği üzere üç farklı isim zikredilmek sûretiyle mezkûr hâdise-i elime mevzu-bahs olunmuştur.

Bu mezkûr isimlerden Şeyh Abdülhakîm ve Şeyh Abdülbâki'nin Arvasî oldukları ve tarihçe-i hayatları tafsilatlı bir surette kayıtlarda aşikâr olduğu halde; Şeyh Süleyman hakkında fazla bir malumata sahip değiliz. Buna rağmen, yaptığımız araştırmalarda elde ettiğimiz kısıtlı malumatlara binaen Şeyh Süleyman’dan, meseleyi tam anlamak adına çerçeveyi geniş tutup öylece bir parça bahsetmek gerekir.

Evvela: “Şeyh Süleyman” hakkındaki malumatlara, hususan Üstadımızın mevkuf olduğu dönem Denizli hapsinde ikamet eden mahpusların hatıratlarından ulaşabilmekteyiz.

İşte o şahidlerden birisi, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin mevkuf olarak Denizli hapsine nakledildiği sıralarda, henüz Üstadı tanımayan ve işlediği bir suçtan dolayı Denizli hapsinde mahpus olarak bulunan, “Beylerbeyli Süleyman” diye iştihar etmiş Süleyman Hünkâr’dır.

Süleyman Ağabey bir mülakatında, Denizli hapsinde aynı dönemde mevkuf olan kendisi dâhil üç Süleyman hakkında şu malumatları nakletmiştir;

"... Üstad Hazretleri talebelerine emir veriyor: 'Ne emriniz varsa, Süleyman Hünkâr'dan isteyin.' diye. Hâlbuki ben yarım yamalak bir kimseydim. Hâlbuki beş vakit namaz kılanlar, hacılar, âlimler vardı. Onlara demedi. 'Siz Süleyman'a bakın.' dedi. Bütün Isparta'dakilerle beraber 65-70 talebesine beni tavsiye etti. 'Ne ihtiyacınız varsa Süleyman temin eder.' dedi."

"Bilmiyordum, ben kendimde böyle bir kuvvet olduğunu. Biz üç Süleyman'dık. Denizlili Hafızdı, diğeri Tireli beş vakit namazını kılıyordu. Yani üç Süleyman vardı. Üstad yalnız 'Beylerbeyli Süleyman' derdi. Meğerki öbür Süleymanlar hem hoca ile konuşuyorlar, hem de idare ile konuşuyorlarmış. Biz de öyle bir durum yoktu. Olduğu gibi Üstad'a bağlandık.”(2)

Süleyman Hünkâr Ağabeyin bu mülakatından çıkardığımız netice; mezkûr Lahikanın yazıldığı dönem Denizli hapsinde üç tane Süleyman bulunduğu ve bu Süleymanlardan birisinin kendisi yani “Beylerbeyli Süleyman”, diğer ikisinin ise "Şeyh Süleyman", ve "Hoca Süleyman" namlarıyla tesmiye edilen zatlar olduğudur.

Demek Üstad Hazretlerinin, “Şeyh Süleyman” ismi ile iştihar eden zat ile ilk karşılaşma ve muarefeleri Denizli elim hapsinde vuku bulmuştur.

Saniyen: Üstad Hazretlerinin “bana arasıra itiraz eden Şeyh Süleyman...” şeklinde yaptığı açıklamasıyla ifade ve tasvir edilen zatın, bu itirazları hangi sebeplerden dolayı yaptığı ve Üstadımızın buna mukabelesinin ne şekilde olduğu sualine bir parça cevap vermek icab ediyor. Zira bu konuda yapılan bir parça araştırma neticesinde, “Şeyh Süleyman” ismiyle iştihar etmiş zatı tanıma imkânına kavuşmuş olacağız.

Mehmed Feyzi Ağabey'den nakledilen bir hatırat bu konuda bizleri biraz daha aydınlatıyor:

"İstanbul'da Mehmed Feyzi Efendi'nin önceden tanıdığı Nakşî Şeyhlerinden Erzurumlu Süleyman Efendi ve Hacı Ömer Aköz gibi âlim, fazıl zatlar vardı. Feyzi Efendi, bir ziyaret niyetiyle Erzurumlu Hacı Süleyman Efendi'nin Fatih'teki dergâhına vardığında kendisine, 'niye sakal bırakmadığını' sorar. Feyzi Efendi, 'Efendim, hem sakalım tam gelmedi, hem de askerim.' deyince Süleyman Efendi, 'Olsun evladım, sen geldiği kadarını bırak, Müslüman sakallı olur.' der."

"Süleyman Efendi bununla da kalmaz, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin sakalsız oluşuna ilişerek, 'O ilmi ve fazlıyla Said Efendi hâlâ sakal bırakmadı mı?' der. Mehmed Feyzi Efendi, dönüşlerinde bu olayı Üstad'a anlatır. Üstad, 'Hacı Süleyman Efendi'ye ilişmeyiniz. Onun tenkidi diğerlerinkine benzemez. Onunki sünnete olan fart-ı muhabbetinden ve fart-ı mutabaatındandır.' der."

"Yine Nurullah Ramazanoğlu'nun anlattığı şu hatıra da aynı istikamettedir: Rahmetli Selahattin Çelebi, Erzurum'lu Sofi Süleyman Efendi'nin Fatih'teki dergâhında bir ay kalmış. Süleyman Efendi'ye Risale-i Nur'u tanıtmak için bir gün Risale-Nur çıkarıp okumak istiyor. Süleyman Efendi Selahattin Çelebi'ye soruyor, 'Said Efendi hâlâ sakal bırakmadı mı, hâlâ nikâha rağbet etmiyor mu?' Selahattin Çelebi de bu olanları gelip Üstad'a anlatıyor. Üstad hiç kızmıyor. 'Süleyman Efendi sünnete olan muhabbetinden dolayı bunları söylemiş!' diyor. Sakal ve nikâhla ilgili mesele de bu hadiseden sonra yazılıyor."

"Son olarak Kastamonu âlim Mehmed Feyzi Efendi'nin Sofu Süleyman Efendi ile alakalı bir başka hatırayı Rafet Küllüoğlu Bey şöyle anlatıyor:

"Şeyh Süleyman'ı Denizli hapsine atmışlar. Hapse atmaktan o zaman sadistçe zevk alanlar var. Uzun müddet hâkim önüne de çıkarmamışlar. Altı ay mı geçmiş, suçlu mu suçsuz mu belli değil. Uzun süre sonra hâkimin karşısına çıkardıklarında hâkim alaylı bir tarzda: 'Ne o dede rahat mısın?' demiş, müstehziyane. O mübareğin de 'Perişan oldum, öldüm bittim, ne olursunuz?' diye yalvaracağını beklerken, 'Üç günde bir hatim, üç günde bir hatim, hapishane cennet oldu bana!' demiş. Tabi hâkim morarmış. Efendi Hazretleri onun bu hatırasını naklederdi." (3)

Mezkûr hatıratlardan çıkardığımız netice:

“Şeyh Süleyman” denilen zatın Üstad Hazretlerine; “sakal bırakmadığı ve nikâha rağbet etmediği” şeklinde tebarüz eden iki sebepten dolayı itiraz edip muhalefet ettiği; Üstad Hazretlerinin ise buna mukabil hiç kızmayarak, “Süleyman Efendi sünnete olan muhabbetinden dolayı bunları söylemiş!” diyerek, bu vesile ile Risale-i Nur Külliyatında da ayrıca yer alan “sakal ve nikâh” mevzularına dair izahlarını ifade eden mektupları neşretmiştir.

Elhasıl: Buraya kadar arz edilen bütün bu hatıralardan çıkardığımız netice; “Şeyh Süleyman” diye tesmiye edilen bu zatın “Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri" olduğudur.

Zira bu husustaki kanaatimizi te’yid eden hatıralardan birisinde rahmetli Mustafa Sungur Ağabey şunları nakletmiştir;

“16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da 'Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti.' deyince, Üstad birden kalkarak 'Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı?' diyerek dikkatle sordu. 'Evet, Üstadım, Şeyh Süleyman.' deyince Bediüzzaman şöyle dedi: 'Kardeşim ne zaman vefat etti?' Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla 'Kardeşim, Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. Allah rahmet eylesin.' dedi.”(4)

Bir diğer hatırayı ise Süleyman Hilmi TUNAHAN'ın bendelerinden Arif Hikmet Köklü Beyefendi 14.09.2001'de şöylece anlatmışlardır:

“Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi Hazretlerine, 'Biz Said Nursi'yi nasıl bileceğiz?' diye sorduğumda, 'Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye'de en sevdiğim zattır.' dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kastederek 'Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi Hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: "Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman Efendiye veriyorum." dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik: 'Biz de bugüne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi Hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.'”(5)

Dipnotlar:

(1) bk. Şualar, On Üçüncü Şua.
(2) bk. Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Süleyman Hünkâr, II/268, Nesil Yay.
(3) bk. İhsan Atasoy, Mehmed Feyzi Efendi, Nesil Yay.
(4) bk. Prof. Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Süleyman Hilmi Tunahan, OSAV Yay.
(5) bk. Mehmed Emre, Hatıralarım, s. 55, Erhan Yay.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Lazgin
Allah ebeden razı olsun
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...