"Risaletü’n-Nur’un sâdık talebeleri imanla kabre gireceklerine..." Neden "sadakat" denmiş? Birçoğumuz dairenin dışında kalmaz mıyız? Bahsedilen ayetler hangileridir?
Değerli Kardeşimiz;
"BİRİNCİ MESELE: Birinci Şuada iki üç âyetin işârâtında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:.."(1)
Üstad Hazretlerinin yukarıda sözünü ettiği ve Birinci Şua'da "Yirmi Yedinci Ayet" olarak geçen alakalı ayetler Hud suresinin 105 ve 108. ayetleridir:
“O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır.”
"Saidlere gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur."
Üstad Hazretleri bu ayetlerin ebced ve cifir hesapları ile aşağıdaki müjdeli keşfiyatı yapıyor. Yani Birinci Şua'da bahsedilen ayetler bu ayetlerdir.
"Evet فَفِى الْجَنَّةِ خَالِدِينَ de şeddeli ن, bir ن sayılmak cihetiyle ت dört yüz (400), خ altı yüz (600); bin (1000) eder. İki ن yüz (100); bir ى,iki ف, bir ل iki yüz (200); diğer ل otuz (30), ikinci ى on (10), iki elif(ا) iki (2), bir ج üç (3), bir د dört (4), kırk dokuz (49) eder ki; yekûnu bin üç yüz kırk dokuz (1349) eder."
"Bu müjde-i Kur'âniyenin binden bir veçhi bize teması, bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-yı sadıkadır. Şöyle ki:""Isparta'da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zâta, rüyada ona deniliyor ki, "Resâili'n-Nur şakirtleri imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler." Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. Demek o müjde, bu müjde-i Kur'âniyenin bir müjdecisi imiş..."(2)
"Seni yeni değil, Hulûsi gibi eski bir talebe olarak kabul ettim. Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır."(3)
"Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyen Sözlere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın."
"Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir."
"Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin."(4)
Yukarıdaki ifadelerde Üstad Hazretleri dost, kardeş ve talebeliğin vasıflarını sıralamış. Bu şartlarda insanın kaldıramayacağı kadar zorluklar yoktur. Burada göze çarpan en mühim husus dost ve kardeş olma şartlarının zaten İslam’ın emir ve yasakları olmasıdır. Üstad Hazretleri buna ilave olarak bizden sadece, Risale-i Nur'u kendi malımız ve te’lifimiz gibi telakki edip, neşri için gayret etmemizi istemiştir.
Elbette talebeliğin de çekirdekten ağaca kadar derece ve mertebeleri vardır. Biz belki ağaç gibi olmaya güç yetiremeyiz, ama çekirdek gibi bir dereceye de pekâlâ ulaşabiliriz. Bu yüzden, keskin bir hat çizip, talebelik budur, gerisi talebe olamaz demek yanlış olur. Ama talebeliğin asgarî şartlarına uymak mecburiyeti vardır. Ondan sonrası insanın gayret ve azmine bakar.
Haslar, rükünler, sâdıklar gibi ifade ve makamlar; talebeliğin çekirdekten ağaca kadar olan farklı derece ve mertebelerin unvanlarıdır. Her yönü ile kâmil olan Nur talebelerine Üstad Hazretleri bazı hususî tabirler kullanmıştır. Haslar, rükünler, sâdıklar demiş. Yoksa, hasların ve rükünlerin dışında olanlar da Nur dairesinin içindedir ve talebedir. Biz talebeliğin asgarî şartlarını ifa edebilirsek, inşallah o müjdeye nail oluruz diye düşünüyoruz.
Burada bahsedilen "sadakat" büyük ve kuvvetli bir imandan meydana geliyor. Dolayısı ile sadakat tek başına bir mana ifade etmiyor.
Sıddıkiyet ya da sadakat, hakta ve doğrulukta şiddetli sebat ve sarsılmamak demektir. Yani dünyanın en azaplı hali ile en cazip ve en çekici hali sıddık birisini yolundan şaşırtmaz, istikametini bozamaz demektir.
Sıddık bir Nur talebesinin kalbindeki iman öyle bir seviyededir ki, dünyanın hiçbir hâli onu sarsmaz ve yolundan çeviremez, imanı çelik gibi metin ve sağlamdır.
"Sıddıkiyet" makamı "nübüvvet" makamından sonra gelir ki, bu makamın piri Hazret-i Ebu Bekir (ra)’dır.
Yani netice olarak sadakat denildiğinde kuvvetli imanı da beraber mülahaza etmek icap eder. Risale-i Nur tahkikî iman dersi verdiği için, dolaylı bir şekilde sadakati de vermiş oluyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Kastamonu Lahikası, (13. Mektup)
(2) bk. Şualar, Birinci Şua, Yirmi Altıncı Ayet
(3) bk. Barla Lâhikası, (252. Mektup)
(4) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar