"Safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülünden sonra…" Kur’an’ın hakikatlerine muhatap olabilmek için bahsedilen dört esası açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Bediüzzaman Hazretleri, Kur'an'ın gaybî haberlerini nazara verirken, insanların belli bir tekâmülden sonra o hakikatlere muhatap olabileceklerine dikkat çeker. Bu dört esas:
1. Safa-yı kalb,
2. Tezkiye-i nefis,
3. Ruhun terakkiyatı,
4. Aklın tekemmülüdür.
Yani, insan kalbini safileştirip parlak bir ayna hâline getirse, nefsini şehevanî ve dünyevî alakalardan arındırsa, ruhunu âli ve yüce bir hâle getirirse, ayrıca aklını tekâmül ettirirse, Kur'anın haber verdiği hakikatlere muhatap olabilecek ve görebilecek seviyeye gelir.
Öyle anlaşılıyor ki, hakikatlere muhatap olmanın yolu belli bir seyri sülûku gerektirmektedir. Böyle bir seyri sülûku fiilen yaşamış olan İmam-ı Gazzalî, bu konuda güzel tahlillerde bulunur. Şöyle ki:
Gazzalî’ye göre kalp, bütün eşyanın hakikatlerinin kendisinde tecelli etmesine kabiliyetlidir. (Gazzalî, İhya, “Acâibu’l-kalb” bölümü, III, 18)
Bu nedenledir ki kalp, bir havuza benzer. Bir havuzu, ya yukarıdan akan dereler besler veya bizzat kendi dibinden su kaynar. Bu ikincisi daha devamlıdır, suyu daha iyidir. İnsanın beş duyusu, kalp havuzuna akan dereler gibidir. Uzlet ile gözü hariçten çekip, bu dereleri kapamak, kalbin derinliklerine dalıp onu temizlemek, perde tabakalarını kaldırıp atmak suretiyle kalbin bizzat içinden hikmet pınarları akıtarak kalbi doldurmak da mümkündür.(bk. age. III, 19)
Akla; “İçi boş kalbden nasıl ilim nebean eder?” şeklinde bir sual hatıra gelebilir. Gazzalî, bu suale şu cevabı verir:
“Eşyanın hakikatleri Levh-i Mahfuzda ve mukarreb meleklerin kalblerinde yazılıdır. Mühendisin, bir inşaatı önceden hazırladığı plana göre yapması gibi, gökleri ve yeri yoktan var eden Allah da âlem nüshasını evvelinden sonuna kadar Levh-i Mahfuzda yazmıştır... Bazen Güneş'in zatına, bazen da suda tecelli eden suretine bakmakla Güneş'in sureti gözde meydana geldiği gibi, Levh-i Mahfuz’dan âlemin hakikati ve sureti kalbte hasıl olur. Kendisi ile Levh-i Mahfuz arasındaki perde kalktığı zaman, oradaki eşyayı görür ve oradan kendisine ilim nebean eder.” (Gazzalî, İhya, III, 19-20)
Levh-i Mahfuzda her şeyin yazılması, bir hafızın hafızasında bütün Kur’an’ın yazılması gibidir. Bu yönüyle Levh-i Mahfuz, ilâhî ilmin bir tecelligâhı olmuştur. İlm-i İlâhiye ayna olan Levh-i Mahfuza kalb aynası mukabil geldiğinde, oradakiler kalb aynasına yansır. Ancak, iki ayna arasında perde olduğunda görüntü olmaması gibi, Levh-i Mahfuzdaki hakikatlerin kalbe yansımasına da şu beş şey engel olur:
1. Çocukluk gibi zati bir noksanlık.
2. Günahlar sebebiyle kalb aynasının şeffaflığını kaybetmesi.
3. Kalbin (geçim derdi, şehvet gibi) başka şeylere yönelmesi.
4. Arada (taklit gibi) bir perdenin bulunması.
5. Matlubun ne şekilde elde edileceğini bilmemesi.(bk. age., III, 12-13)
Bu beş mani sebebiyle pek çok insan, kalbî bir marifete erişemez, duyular ve akıl yoluyla elde ettiği malumatla iktifa etmek zorunda kalır. Enbiya ve evliyanın ilmi, kalbin Levh-i Mahfuzdaki hakikatlere muhatap olması şeklindedir. Peygamberlere vahyin iniş mahalli kalbtir. Allah’ın veli kullarının mazhar oldukları pek çok feyiz ve keşiflerin, ilham ve müşahedelerin mahalli, yine kalbtir.
Fakat şunu da unutmamalıdır ki, güzel bir manzaraya karşı tutulan ayna düz bir ayna değilse, o manzarayı hakikatte olduğu gibi yansıtamaz. Onun gibi, eğri kalplerde doğru hakikatlerin yansıması mümkün değildir. Ayrıca, ayna düz, şeffaf olsa bile, eğer renkli ise, yansıttığı manzarayı da hakikî rengiyle değil, kendi rengiyle yansıtacaktır.
İşte, kalblerin gerek gaybdan, gerek şehadet âleminden birtakım hakikatlere muhatab olması da böyledir. Ancak enbiyanın kalpleri, hakikati, hakikatte olduğu gibi yansıtmıştır. Evliyaullah’ın ekserisi, hakikatler âlemini kendi aynalarının rengine göre görmüşlerdir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü