"Risale-i Nur’un kahraman bir kâtibi olan Hüsrev’e ‘Yaz!’ emir buyurulmasıyla, Levh-i Mahfuzdaki yazılan Kur’ân gibi yazılması..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Her türlü değişiklikten ve bozulmalardan muhafaza edilmiş levha; olmuş ve olacak her şeyin bütün teferruat ve tafsilatıyla yazıldığı kader levhasıdır.
Levh-i Mahfuz, olmuş ve olacak her şeyin ve her hâdisenin yazılı olduğu kader levhasıdır.
İşte Üstad Hazretlerinin; "Levh-i mahfuzdaki Kur'an gibi yazılması" dediği ifadeyi bu manada değerlendirmek gerektir. Bu tevafuklu Kur'an'da gayr-ı ihtiyarî olarak tüm; "Allah, Muhammed vb. kelimeler alt alta gelmiştir." Kitapçılarda "Hüsrev hattı" diye bilinen Kur'an-ı Kerim, Üstadın tavsif buyurduğu Kur'andır.
Üstad Hazretleri başta 25. Söz olmak üzere Risale-i Nurların birçok yerinde; Kur’an’ın mu’cize olduğunu birçok cihetleri ile nazara verip, O’nun Allah kelamı olduğunu ispat ediyor. Allah’ın, Kur’an’ın Levh-i Mahfuzdaki şeklini, bu zamanda Üstada ve Nur talebelerine nasip etmesi; hem bir teşvik hem bu hizmetin makbuliyetine bir işaret, hem de göze hitap eden mu’cizelerin bir beyanıdır.
Tevafuklu Kur’an, Üstad Hazretlerinin talimi ve emri ile Hüsrev ağabeye yazdırılıyor. Bu Kur’an hem tevafuklu, hem de kıraatı çok kolaydır. Nasıl Risale-i Nurlar teşbih ve temsil vasıtası ile imanî ve ilmî hakikatleri avamın seviyesine indirmiş ise, aynı şekilde Kur’an’ın parlak ve okunması kolay yazılması da, Levh-i Mahfuzdan alınmış ve bu zamanın insanlarına hediye edilmiştir. Burada işaret edilen husus budur.
Küçük bir âlem olan insandaki hafıza, büyük bir insan olan âlemdeki Levh-i Mahfuza işaret eder. Keza ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, bütün tohumlar, nutfeler ve yumurtalar Levh-i Mahfuz'dan haber verir.
Cenab-ı Hak, her şeyin "kitab"ta yazılı olduğunu beyan eder. Müfessirlerin beyanına göre, alakalı ayetlerdeki "kitab"tan murad Levh-i Mahfuzdur. Levh-i Mahfuz'un da aslı, Allah'ın ilmine dayanmaktadır.
Levh-i Mahfuz'un hakikatını bir derece anlamak için, onun tereşşuhatı hükmünde olan nümuneleri nazara alınmalıdır. Meselâ:
“Nasıl küçük küçük cüzdanlar, büyük bir kütüğün vücudunu ihsas eder ve küçük küçük senedler, bir defter-i kebirin bulunduğunu iş'ar eder ve küçük kesretli tereşşuhatlar, büyük bir su menbaını işmam eder. Aynen öyle de: Küçük küçük cüzdanlar hükmünde; hem birer küçük levh-i mahfuz manasında; hem büyük levh-i mahfuzu yazan kalemden tereşşuh eden küçük küçük noktalar suretinde olan benî beşerin kuvve-i hâfızaları, ağaçların meyveleri, meyvelerin çekirdekleri, tohumları; elbette bir hâfıza-i kübrayı, bir defter-i ekberi, bir levh-i mahfuz-u azamı ihsas eder, iş'ar eder ve isbat eder, belki keskin akıllara gösterir.”(1)
(1) bk. Sözler, Onuncu Söz, Mukaddime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Muhterem editör, açıklamanızı ben mesela tam anlamadım; Levhi Mahfuz'dan bilgi mi geliyordu Risale-i Nurlar yazılırken?
Ayrıca şu anda herhangi bir hattat, yazdığı Kur'an için "Bu yazdığım Kur'an, Levh-i Mahfuzdaki Kur'an'ın aynısıdır." dese, doğru bir ifade kullanmış olur. Çünkü, O zatın yazdığı Kur'an, hakikaten Levh-i Mahfuz'daki Kur'an'dan başkası değildir.
Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin özellikle Hüsrev ağabeyin yazdığı Kur'an-ı Kerim için bu ifadeyi kullanmasının şu inceliği vardır: Bu zaman'a kadar Kur'an'da bulunan Esma-i hüsnanın (alt alta gelmeleri) tevafuku, ayetlerin gerek sayfa içerisinde ve gerekse farklı sayfalarda birbirlerinin altına tam tevafuk etmesi konusu gösterilmemişti. Hüsrev Ağabeyin yazdığı bu Kur'an'da bunlar çok manidar olarak farklı renklerde gösterilmiştir.
Bu konuyu hem herkese göstermek kolaydır. Hem de fazla izaha da gerek duymayan bir konudur. Ayrıca Kur'an'ı bu tarzda yazmak için, Levh-i Mahfuz'dan bilgi gelmesine gerek yoktur. Cenab-ı Hakk'ın (c.c) inayeti yeter.
Kur’an’ın yazıldığı dönemde Kur’an’ın tesbiti ve çoğaltılması ön planda idi.. O dönemde tevafuklu Kur’an yazılması ile ilgilenecek hal yoktu. Bu işin kremasıdır. Ve Kur’an’a , tarihi seyri iiçerisinde tab caizse en kasvetli saldırılar üstadın yaşadığı dönemde oldu. Allah demenin yasaklandığı, samanlıklarda Kur’an ların saklandığı, dinsizlik cereyanıyla baş başa kalınan bir dönemde Üstad gibi hem alim hem veli bir zata keşfen gösterilmiş ve Kur’an’ın icazını bu asır insanına göstermek için verilmiş bir mevhibedir. Talebelerin de belki ifadede farklı davrandığı cümlelerle bu anlatılmış ama üstad da bu ifadeleri kaldırtmamış
Burada soru şu asrı saadetten beri böyle bir surette mucizevi olarak yazılmasına hiç kimse kadir olamamış ifadesi yanlış bir ifade değil mi zira, Hz Ebubekir ve diğerleri bu keşfiyattan habersiz kalmış da üstad mı bunu görmüş
Bu tevafuklu Kur'an'da gayrı ihtiyari tüm; "Allah, Muhammed vb. kelimeler alt alta gelmiştir" Kitapçılarda "Hüsrev hattı" diye bilinen Kur'an-ı Kerim, Bediüzzamanın tavsif buyurduğu Kur'andır.
Herkesin kabul ettiği bir şeydirKuran Mekke de indi Mısır da okundu İstanbul da yazıldı. Bu bir ilimdir tekniktir. Hz Ebubekir de keşfen bu bilgiye sahiptir ama o dönemin şartları bunu aktarmak için elveişli değildir. Yoksa aksi bir üstünlük ve vahiy ifadesi yoktur. Tefsir ilmi de zamanla gelişmiştir. Hat ilmi de
Bir de kasıtlı olarak ifadelerin çarpıtılma olayı var risalelere eleştir diye başlayan eserlere bakıyorsun diyor said nursi demiş bana kitap indirildi dipnot da veriyor misal lemalar 67 ..dediği yere bakıyorsun İ gazali nin de diğer bazı alimlerin de naklettiği celcelutiye meselesinden bahsediyor… Risalelerde çoğu yerde apaçık bir şekilde bu yazdırılanlar vahiy değildir derken ilhamen yazdırılan bu eserlerin “yazdırıldı” gibi ifadelerine takılıp s nursi vahiy aldığını söylüyor diye iftira atabiliyorlar.