"Şefaat" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
“Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâma ‘Makam-ı Mahmud’ verilmesi, umum ümmete şefaat-ı kübrasına işarettir.” (Şualar)
Bazılarını görürsünüz. Allah’ın sevgili kullarının türbelerine o kadar aşırı ve ölçüsüz rağbet gösterirler ki, sanki ne kadar günah işlerlerse işlesinler orada medfun olan zât, onları affetmeye güç yetirirmiş gibi...
Bazılarını da görürsünüz, birincilerin aksine, evliyayı inkâr ederler, kabristanları yerle bir etmeği en büyük İslâmî hizmet sayarlar. Kabir ziyaretine karşı çıkar, kabre doğru dua etmeyi şirk kabul ederler.
Bunların ikisi de aşırı ve ikisi de İslâm’ın ruhundan uzak davranışlar.
Birtakım kimseler, şefaatı inkâr ederken bazı âyet-i kerimeleri delil gösterirler. İşin tuhaf tarafı bunlar âyetle yola çıkarken “Acaba bu hususda tefsir âlimleri ne buyurmuşlar.” diye hiç merak etmez, sadece ayetin mealiyle yetinirler.
Şefaat konusunda yapılan münakaşalar, bu konudaki değişik ayetlerin farklı yorumlanmasından kaynaklanıyor.
Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaata göre, kişinin doğrudan doğruya Rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yâni onlar, putları Allah katında şefaatçı kabul ediyorlardı. İşte şefaatı reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Bir misal:
“Yoksa onlar. Allah’dan başka şefaatçılar mı edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçı edineceksiniz)!?.” Zümer Sûresi, 43
Bazı âyetlerde de mahşer meydanının dehşeti anlatılarak o gün şefaatin fayda vermeyeceği bildirilir.
Bu âyet-i kerimelerden bir misal:
“Öyle bir günden korunun ki, o günde hiç kimse hiç kimseye hiçbir fayda sağlayamaz. Ondan ne bir şefaatçı kabul edilir, ne de bir fidye alınır. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi, 48)
Bu âyet-i kerimeler yanında birçok âyetler de şefaatın hak olduğunu açıkça beyan buyururlar. Bu âyet-i kerimelerin verdiği derse göre, ancak Allah’ın izni ile ve O’nun razı olduğu kullara şefaat edilebilecektir.
Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, bazı seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder.
Şefaatin hak olduğunu ders veren âyet-i kerimelerden iki misâl:
“O’nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe’ Sûresi, 23)
“O’nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!” (Bakara Sûresi, 255)
Bu âyet-i kerimelerin kesin beyanlarına rağmen bu rahmanî müesseseye kim, hangi selâhiyetle ve neye dayanarak karşı çıkabilir!?..
Evet, şefaat vardır ama Allah’ın iznine bağlıdır. “Bütün hayırlar O’nun elindedir.” Âlimler ilim tahsiline, zenginler sadaka ve zekâta, doktorlar hastalık tedavisine birer vesile, birer sebeptirler. Bunlara gerçek tesir gücü vermek şirk-i hafinin (gizli şirkin) bir şubesidir.
Cenâb-ı Hak, insanların hidayete ermelerine de peygamberleri ve onların varisi olan büyük âlimleri ve mürşitleri vesile tayin etmiştir.
Hidayet ancak Allah’tandır. Şu âyet-i kerîme bu hakikati en güzel şekilde ders verir: “Sen sevdiğine hidayet veremezsin. Ancak Allah dilediğini hidayete erdirir. Ve hidayete erecekleri en iyi O bilir.” (Kasas Suresi, 56)
Biz, Peygamber Efendimize (asm.) salâvat getirmekle, Allah’ın Ona olan rahmetini ve ihsanını daha da artırmasını dilemiş oluyoruz. Böylece o Allah Resulü’nün (asm.) yanında, inşallah, şefaate layık olmaya çalışıyoruz. O’nu (asm.) İlâhî rahmete vesile kabul ediyor ve kalbimizi Rabbimize bağlayıp “iyyakenestein” (Ancak senden yardım dileriz.) diyor ve bütün hayırları O’ndan diliyor ve O’ndan biliyoruz.
Bu âlem, hikmet dünyasıdır. Bunun içindir ki eşyanın yaratılmasında sebepler devreye sokulmuş, meyvenin yaratılmasında ağaç, insanınkinde anne ve baba sebep kılınmıştır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü