"Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan, ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakka gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu es-salât ifade eder. Risalet Haktan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsına muvaffakıyet ister ki, selâm lâfzı onu ifade ediyor."(1)

Salat burada dua manasındadır. Biz ümmet olarak ne kadar Allah Resulüne dua eder ve salavat getirirsek, O’nun (asm.), Allah nezdindeki derecesi artar ve şefaati o kadar kuvvet kazanır. Bu kuvvet kazanan şefaat eli, yine zorda kalacak olan ümmetinin kurtuluşunda sarf edilecek. Yani bir çeşit, bizim Allah resulüne dua ve salavatlarımız, bize şefaat olarak geri dönecektir. Bu noktada biz dua ve salavatlarımızla, Allah Resulünün kulluk cihetine kuvvet ve takviyede bulunuyoruz. İşte Resul-i Ekrem Efendimizin kulluk ciheti, halktan Hakk’a gidiyor, bu cihet ne kadar kuvvetli olursa, Allah indinde rahmet ve muhabbete mazhariyetimiz de o derece kuvvetli olur.

“İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) makam-ı Mahmûd’u, İlâhî bir mâide ve Rabbânî bir sofra hükmündedir. Evet, tevzi’ edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. Resûl-i Zîşân’a (A.S.M.) okunan salavât-ı şerîfe, o sofraya edilen dâvete icabettir.

Ve kezâ salavât-ı şerîfeyi getiren adam Zât-ı Peygamberîyi (A.S.M.) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nereye taalluk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salavat getirmeye müşevviki olsun.” (Mesnevi-i Nuriye)

Makam-ı Mahmud için şefaat-i kübra makamı deniliyor. Peygamber Efendimiz (asm.), mahşer meydanında Cenâb-ı Hakk’a o güne kadar kimsenin yapamadığı en mükemmel bir şekilde hamd ve senada bulunacak daha sonra kendisine şefaat-ı kübra selahiyeti verilecektir.

Salavat getirirken Peygamber Efendimizi (asm.) bir sıfatla yâd ediyoruz. Meselâ, bunlardan birisi Nebiyy-i Zîşan, bir diğeri Resul-i Ekrem.(asm.)

Nebiyy-i Zîşan” dediğimizde O’nun (asm.) bütün peygamberlerden daha üstün olduğunu, bütün âlemlerin O’nun hürmetine yaratıldığını düşündüğümüzde salavat getirmeye şevkimiz artar.

Keza, “Resul-ü Ekrem” dediğimizde O’nun İlâhî ikramlara en ileri manada mazhar olan peygamber olduğunu ve o zatın bizim için de en büyük bir ikram, bir ihsan olduğunu hatırlarız. İmanımızdan, iffetimizden, ahlâkımızdan tut, tâ hangi işlerin helâl, hangilerinin haram olduğuna kadar her şeyi O’ndan (asm.) öğrenmiş bulunuyoruz. Bunu hatırlamak da kalbimizde O’na salavat getirme hususunda bir iştiyak doğurur.

Selam; selamet, emniyet ve kurtuluş manalarına gelir. Selam ve selamet de ancak Allah’tan gelir. Bu selam ve selameti insanlığa Allah’tan getiren vasıta ise; peygamberlik müessesesidir. Yani Allah’ın rızasını kazanan ve emirlerini yapan selamet bulur. Allah’ın emir ve rızasını insanlığa getiren de Risalettir; yani peygamberlerdir.

Hulasa; Peygamberler insanların ibadet ve dualarını, Allah’a temsil noktasından takdim etmekle, salat vazifesini görüyorlar, Allah’ın selam ve selametini taşımak noktasından da selam vazifesini ifa ediyorlar. Allah’tan insanlara selamet getirdikleri gibi, insanlardan Allah’a da dua ve ibadet götürüyorlar.

(1) bk. Barla Lâhikası, (220. Mektup)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.210
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

AkçayAkçay

Allah Razı olsun 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...