"Şems-i Sermedî’nin mükâlemesi dahi, onun ilmi ve kudreti gibi küllî ve muhit olarak her şeyin kabiliyetine göre tecelli etmesi..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Ezel ve ebedin Zülcelâl Sultanı ve bütün mevcudatın Zülcemâl Hâlık-ı Zîşanı olan Şems-i Sermedînin mükâlemesi dahi onun ilmi ve kudreti gibi, küllî ve muhit olarak herşeyin kàbiliyetine göre tecellî etmesi; hiçbir suâl bir suâle, bir iş bir işe, bir hitap bir hitaba mâni olmaması ve karıştırmaması bildebahe anlaşılıyor. Ve bütün o cilveler, o konuşmalar, o ilhamlar birer birer ve beraber bil’ittifak o Şems-i Ezelînin huzuruna ve vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine delâlet ve şehadet ettiklerini aynelyakîne yakın bir ilmelyakînle bildi.
İnsan, ilâhî sıfatların sadece varlıklarını bilebilir; mahiyetlerini bilemez. Bu sonsuz ve mutlak sıfatlardan birisi olan kelam sıfatının da idrak edilmesi, insan aklının çok ötelerindedir.
İnsanın iradesi cüz’îdir; yani bir anda ancak bir şeyi irade edebilir; birden fazla işi birlikte irade edemez. Konuşması da iradesi gibi cüz’îdir. Bir anda sadece bir kelime konuşabilir; ikinci kelimeyi ondan sonra dile getirir.
Konuşmanın ilk basamağı, cümlenin akılda teşekkülüdür. İnsan, zihninde bir anda iki cümle kuramaz, onun için iki cümleyi birlikte konuşamaz.
Demek oluyor ki, insan bütün sıfatlarıyla cüz’îdir. Allah’ın ise bütün sıfatları küllîdir, mutlaktır, sonsuzdur.
İnsan kendi mahiyetini böylece bildikten sonra, artık “Allah’ın küllî sıfatlarını idrak etme” gibi bir davaya kalkışmaktan nefsini engeller. Bu yolun helâke çıkacağını çok iyi bilir.
Yukarıdaki cümlede, Allah’ın mükâlemesinin yani mahlûkatıyla konuşmasının, onlara birtakım hakikatleri ilham etmesinin küllî olduğu, yani bir sıraya bağlı olmaksızın birlikte tahakkuk ettiği ders veriliyor. Bu ulvî hakikatin bir derece anlaşılabilmesi için de Allah’ın ilim ve kudret sıfatı misâl olarak veriliyor. Yani, Cenab-ı Hakk’ın bilmesi ve kudretiyle tasarruf etmesi, nasıl küllî ise ve sıra ile değilse, konuşması da öyledir.
İnsan evvela kendi mahiyetini ölçü alarak, birçok hakikati, kendi aklı ve sınırlı ilmi ile değerlendirir ve hata eder. Konuşma denilince ses ve hece kalıbının dışına çıkamaz. Halbuki, bütün İlâhî ilhamlar sessiz ve hecesizdir. Kalbe kelimesiz olarak doğan bir mânâyı, insan kendi lisanıyla kelimelere döker; o çekirdeği ağaç haline getirir.
Her mevsimde ayrı ağaçlar yetiştiren ve ayrı meyveler sunan Allah, her kavme, her devrede onlara en uygun şekilde hitap etmiştir. Bütün kavimlere farklı dillerde indirilen kitap ve suhufların hepsi Allah kelamıdır. Ancak, bu kelamlar o kavimlere göredir ve o devrin ihtiyaçlarına uygundur.
Bütün bu kelamlar Allah’ın insanlarla konuşmalarıdır. Meleklerle konuşması buna benzemez.
Melekler nurdan varlıklar olduğundan, onların bizim anladığımız mânada ağızları, dilleri, gırtlakları yoktur ki, mahreçli kelimeler çıkarsınlar ve öylece konuşsunlar. Onlara yapılan kelam kelimesizdir. Bunun küçük bir misali insan kalbine gelen ilhamlardır. İlham, kalbe kelimesiz gelir. Ancak, ilhama mazhar olan zat bunu aklıyla, hafızasıyla kelimelere döker. Kelime kalp için söz konusu değildir. Nitekim sevgimiz, korkumuz, şefkatimiz, acımamız da kelimesizdir. Bunları başkalarına ifade etmek istediğimizde kelimeye iş düşer.
Bu kâinat, Allah’ın kudret kelimeleriyle doludur, ama "kudret sıfatı" bu kelimelere benzemekten çok uzaktır. O, anlaşılmaz bir sıfattır ve kâinatla kendini göstermektedir. Aynı şekilde, Allah’ın kelam sıfatı da mahlûkat âlemindeki hiçbir konuşmaya benzemez.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü