"İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibâdet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hâtıralar, sinekler gibi kalbe, akla..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibâdet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hâtıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip kaçırmak çaresi, müdâfaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet, arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.(Haşiye)"
"(Haşiye): O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytânîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâbe karşısında, huzur-u İlâhîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedaî-yi efkâr seni tutup en uzak mâlâyâniyat-ı rezîleye sevkeder. Meselâ: Âyinenin içindeki yılanın timsâli ısırmaz. Ateşin misâli yakmaz. Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez."(1)
Vesvese, şeytanın kalbe fısıltı hâlinde, kelimesiz olarak, kötü mânalar üflemesidir.
Kalbin bütün işleri kelimesizdir. Meselâ, güzel bir manzarayı kelimesiz severiz. Bu sevgimizi başkalarına anlatırken kelimelere iş düşer.
Şeytanın vesveseleri de kalbe kelimesiz olarak atılır. Bundan dolayı, insan o sözleri kendi kalbinin sözü zannedebiliyor. Böyle bir vesveseye düşen kimseye, Üstad Hazretleri şu harika ölçüyü veriyor:
“O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.”( 21. Söz)
Mademki o sözlerden rahatsız oluyorsun, o halde o sözler senin kalbinin olamaz. Aksini düşünmek, bir kimsenin hem kendini sopa ile dövmesi hem de ağlaması gibi olur. Onun ağlaması gösteriyor ki, sopayı vuran başkasıdır.
Bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “...Muhakkak ki, şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa Suresi, 4/76)
Hakikat kuvvetlidir, vesvese ise zayıf. Ama nefis şeytan tarafında yer alınca, şeytan basit bir vesvese ile aklı ve kalbi mağlup edebiliyor. Yâni, kişinin kalbi o vesveseyi kabul etmediği, aklı onu mânasız ve yanlış gördüğü halde, nefsin bu hali neticeyi aleyhe çevirebiliyor.
Meselâ, "Cenâb-ı Hakk'ın senin ibadetine ne ihtiyacı var?" sözünün, gerçekte, hiçbir değeri olmadığı halde, namazdan kaçmak isteyen bir nefis bu vesveseye meyledebiliyor. Yoksa her akıl çok iyi bilir ki Allah, mahlûkatına muhtaç olmaktan münezzehtir.
Allah’ın ne güneşe ihtiyacı vardır, ne de onun ışığına.
Ne ağaca ihtiyacı vardır, ne de onun meyvesine.
Aynı şekilde, ne insana ihtiyacı vardır, ne de onun imanına ve ibadetine.
“Bu gibi hevaî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlub olur.”
Adam namaza durunca bir hayli vesveseye maruz kalıyor, namaz kılmayıp kumar oynadığı zaman bunların hiçbiri olmuyor. Demek ki, o vesveseyi veren kim ise, namazdan hoşlanmıyor, kumardan hoşlanıyor.
İnsan bu vesvesenin şeytandan olduğunu bildi mi, fazla rahatsız olmaz. “Benim vazifem namaz kılmak, şeytanın işi bana vesvese vermek. Herkes işine baksın” diyerek, onun vesveselerine aldırmaz ve ibadetine devam eder.
Sonunda, şeytan o kişiye namazı terk ettirmekten ümit kesti mi o tip vesveseleri bırakır. Arıların hücumu terk etmeleri gibi, vesveseler de onun kalbini terk ederler.
Ancak, şeytan o namaz kılan kişinin peşini yine de bırakmaz; başka oyunlar sergiler. Bu defa, onu kıldığı namazla övünmeye, ibadetine güvenmeye, kendini cennetlik görmeye, cehennem azabından kendini emin zannetmeye götürür. Yâni, ümitsizlik hastalığına düşüremediği muhatabını, bu defa ucba yani ameline güvenme hastalığına düşürmeye çalışır.
“Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur.”
Teveccüh ettiğimiz İlâhî hakikatler, güneş ve yıldızlara, kalbimiz ve aklımız da göze benzetilmiş oluyor. Vesveseler ve şüpheler ise, bir borunun içindeki pislikler gibi kabul ediliyor. O borunun içindeki pislik, ne göze ne de güneşe dokunmadığı gibi, bu gibi vesveseler ve pis hatıralar da ne akla ne kalbe zarar verirler, ne de o hakikatlere ve kudsi mânalara.
Bir hatıra:
Bir sohbet sonrası, vesveseye maruz kalmış bir genç yanımıza geldi. Namaz kıldığında kalbine kötü şeylerin hücum ettiğinden yakınıyor, ne yapacağını şaşırdığını söylüyordu. Kendisine, “Sen namaz kıldığına göre, namazla alâkalı ilmihal bilgilerini öğrenmişsindir” dedim. “Evet”, diye cevap verdi. Peki dedim, ilmihalde namazı bozan şeyler içerisinde “vesvese” var mı? Yani, namazda insanın aklına kötü şeylerin gelmesi namazı bozar mı? “Hayır” dedi. O halde sen şeytanın vesveselerine rağmen namazına devam et. Namaz kıldıkça ruhun inkişaf edecek, kalbin kuvvet bulacak ve bu gibi vesveselere karşı dayanma gücün artacaktır.
(1) bk. Mesnevi-i Nur, Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü