"Senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen he rbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Görünmek" ifadesi; ille de gözle görmek manasına gelmiyor. Mesela, burun koklamakla görür, kulak işitmekle görür, akıl tefekkür ile görür, dil tatmak ile görür vesaire...
Aklın mantık ve tefekkür ile marifete ait ince bir manayı yakalaması, o delili avlamasıdır. Kalbin cazibedar bir cemale cezbolması da onun avlamasıdır.
Allah’ın varlığına dair deliller, kesafet ve letafet bakımından farklılık arz ederler. Buna mukabil o delilleri idrak ve tartmak noktasında insana verilen cihazlar da kesafet ve letafet noktasından farklılık arz eder. Kesif bir cihaz ile latif bir marifet idrak edilip tartılamaz. Aynı şekilde kesif bir marifet de latif bir cihaz ile anlaşılmaz. Mesela, insanın zahiri hisleri içinde gözün avladığı bir marifeti kulak ve burun avlayamaz. Kulak yolu ile gelen bir delili ve marifeti de göz idrak edemez.
Allah’ın marifetine işaret eden delillerden nurani olan kısmını, ancak nuraniyet kesbetmiş ve letafet kazanmış kalp ve ruh gibi latifeler idrak edebilir. Mesela, kömür gibi kaba ve kesif olan madenler, sarrafın terazisinde tartılmaz; ancak kantarda tartılabilir. Sarrafın ince ve hassas terazisinde ancak latif ve kıymetli altın ve mücevherler tartılabilir. İnsan, duyguları iman ve ibadet ile terakki ve tekemmül ettirip nuranileştiremez ise, latif ve nuranî olan marifet işaretlerini idrak edemez. Onu ancak tam nuraniyet kazanmış âli bir ruh hissedebilir.
Mesela, su letafet noktasından havaya nazaran daha kesiftir, toprağa nispeten daha latiftir. Su, yemek borusundan rahatlıkla geçerken, nefes borusuna bir damla kaçsa insanı perişan eder. Hava gibi latif olmadığı için ne nefes borusundan geçebilir ne de akciğer gözeneklerine ulaşabilir. Bu yüzden, su gibi yarı latif marifet işaretlerini; ancak latif olan akıl idrak edip hissedebilir.
Yine hava gibi nuraniyete ve letafete yakın duran marifet işaretlerini, nuraniyete yakın olan kalp idrak ile hissedebilir. Nur gibi tam nurani ve latif olan marifet işaretlerini ise; ancak tam nurani ve latif olan ruh idrak edebilir. Röntgen şuaı maddi ziyadan daha latif olduğu için, kesif şeylerden geçerek batına nüfuz edebiliyor. Ona nisbeten kesif olan maddi ziya eşyanın yüzünden ötesine geçemiyor. İşte latif ve nurani deliller aynı röntgen şuaı gibidir, en ince duygu ve hislere sirayet edebilir. Kesife yakın olan aklî deliller ise, ancak akıl ve onun gibi latifelere yerleşebiliyor.
Şu var ki; Allah, insana letafet ve nuraniyet kesbetme yolunu açık bırakmıştır. Şimdi madde ve kesafette hapsolmuş bir insan, başka birisinden nuranî ve latif delilleri işittiği zaman hissetmediği için inkâr eder. Ruha gelen nuranî marifet delilleri akıl parmakları ile tutulmaz, kalbin hissettiği bir hakikat nurunu maddî ve mantıkî ölçüler tartamaz.
İnsanın aklı ve kalbi, hadsiz telsiz ve telefon santrallerinin merkezi konumundadır. Bu hakikat Telvihat-ı Tis'a Risalesi'nde şöyle izah edilmektedir:
"Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harita-i mâneviyesi hükmündedir. Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misilli, kâinatın bir nevi merkez-i manevisi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nuranî kitaplar gösteriyorlar." (Mektubat, 29. Mektup, 9. Kısım: Telvihat-ı Tis'a)
Bu mahiyette yaratılan insanın kalbine ve aklına, kâinatın her tarafından sürekli mesajlar gelip gitmektedir. Bu mesajların bir kısmı anlıktır; gelip geçer, görünüp kaybolur. Bu mesajları yakalayıp durdurmak, üzerinde tedkikler ve tahliller yapmak mümkün değildir. Hususen marifetullaha taalluk eden mesajlara tam bir teslimiyetle mukabil olmak icab ediyor.
Bizim irademizin dâhilinde olmayan ve Allah'ın Hadî isminin bir tecellisi olarak tezahür eden bu nuru Üstad'ımız, üç şekilde ifade etmektedir: 1. Üstünden geçen, 2. Kalbine gelen, 3. Aklına görünen...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü