Süfyanın müsrif olması ve "İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte, 'Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder.' diye bu hadîs ihtar ediyor; 'İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer.' diye haber verir."
Buradaki israf kelimesi, normal manası ile yani israf denilince aklımıza gelen ilk manası ile kullanılmıştır. Helal yollarla kazandığımız para, ücret, aşırı tüketimden ve harcamadan dolayı yetmiyorsa, meşhur tuzağa doğru bir adım gidilmiş demektir. Tuzağa düşmemek için, başkasından dilenmeyecek derecede vasat bir hayat sürmek, israf etmemek ve başkasına muhtaç olmamak elzemdir.
İsraf; zamanı, malı ve parayı lüzumsuz yere ve gereğinden fazla sarf etmektir. En mühim ve aslî vazifeleri bırakıp, abes, boş ve faydasız şeylerle ömrünü tüketmek en büyük israftır.
İnsanın hakikî ve aslî ihtiyacı dört ise, israf ve lüks düşkünlüğü bunu yüze, belki bine kadar çıkarıyor. Böyle olunca insan; artan bu ihtiyaçları karşılayacak parayı bulmakta zorlanıyor. Şayet imanı kuvvetli değilse, ihtiyaçlarını temin etmek için gayr-i meşru yollara tevessül etmeye başlıyor.
İşte birtakım dinsiz komiteler ve şer mihrakları insanların bu zaafiyetinden faydalanıp, onların haysiyetini az bir para karşılığında satın alıyorlar. Şayet memur ise rüşvet alıyor, amir ise göz yumuyor.
İnsanın haram yollara düşmesinde birinci sebep, israf ve lüks düşkünlüğüdür. Bazı kimselerin dünyada lüks yaşayabilmek için yapmadığı rezillik kalmıyor; hem dinini, hem de haysiyetini ayaklar altına atıyor.
Şöhret ve para düşkünü bir yazara dine ve dindarlara saldırması için maddî imkânlar sağlayan, ona menhus bir makam vadeden, bazı derneklere veya TV kanallarına para aktaran nice ifsad komiteleri var. Onlar da dine ve dindar insanlara hücum ediyor; hem haysiyetini hem de ebedî hayatını mahvediyorlar.
Bu konu için On Dokuzuncu Lema olan İktisat Risalesine bakmakta fayda vardır. Söz konusu risaleden aldığımız, aşağıdaki pasajı istifadenize sunuyoruz:
“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” meâlindeki لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadis-i şerifi sırrıyla, ktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.”
"Evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:"
"İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: 'Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.' Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğnâ” mesleğini bozmadı."
"Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır."
İsraf; insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı tüketmesidir. İslam dininde israf, haramdır. İnsanın yeme, içme ve harcama hususunda ölçülü olması istenmiştir. Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde bu hususa işaret etmiştir:
“Yiyin, için; fakat israf etmeyin.” (Araf Suresi, 7/31)
"Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın."(İsra Suresi, 17/29).
Burada "boynuna asma" tabirinden cimrilik etmenin kastedildiği nazara verilmektedir. "Açıp saçma" tabirinden ise, israf olduğu ifade edilmektedir. Bu iki husus da birbirinin zıddı olan fakat tasvib edilmeyen alışkanlıklardır. İkisinde de hem kişiye hem de topluma sayısız zararlar bulunmaktadır.
İnsanları dinden uzaklaştırmanın en mühim sebeplerinden birisi de onları israfa, yani tüketim tiryakiliğine teşvik etmektir. İnsan ne kadar tüketirse, o kadar dünyaya râm olur. Onun emrine ve meşgalesine dalar. Bütün bunlar ücretli olduğu için, insan bütün mesai ve enerjisini bu ücretin temininde harcar.
İsraf ve tüketim çılgınlığı, beraberinde geçim sıkıntısını ve haramlara girmeyi getirir. İnsanın hakiki ihtiyacı dört beş iken, israf ve tüketim tiryakiliği yüzünden ihtiyaç yüze, belki bine çıkar. Bu da insanı kuşatan ve sarmalayan bir hastalık haline gelir ve dinin emirlerine uymaya ne vakti ne de gücü kalır. İnsan adeta geçim çukuru içinde kaybolup gider. Arabasının markasını yükseltmek için kolayca rüşvete ve hırsızlığa düşer.
Süfyan, israfın bu cazip ve tesirli yolunu gördüğü için, hem kendini hem de başkalarını içine atıyor. Sigara, içki, kumar, esrar nasıl insanı kendine bağımlı ve tiryaki yapıyorsa, israf ve tebzir de aynı şekilde tiryaki yapıp, sonra başka haramlara girmesine basamak ve vasıta oluyor. Hiçbir cihetle israfta hayır yoktur.
İktisad ve israf konusu On Dokuzuncu Lem'a'da harika bir şekilde izah edilmiştir.
"İKİNCİ NÜKTE"
"Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa 'Yasaktır.' der, dışarı atar. Bazan da, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar, yüzüne tükürür."
"İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dâhiline sokmasın."
"İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden hediye kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin."
"Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. 'Hâkim benim.' der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. 'Aman, doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün.' dedirmeye mecbur edecek."
"İşte, iktisad ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder."
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü