Tabiat Risalesi, Üçüncü Kelime, Üçüncü Muhal'de verilen iki misali açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"BİRİNCİ MİSAL: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiş, hâli bir sahrâda kurulmuş, yapılmış bir saraya gayet vahşî bir adam girmiş, içine bakmış. Binlerle muntazam san'atlı eşyayı görmüş. Vahşetinden, ahmaklığından, 'Hariçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi o sarayı müştemilâtıyla beraber yapmıştır.' diye taharrîye başlıyor. Hangi şeye bakıyor, o vahşetli aklı dahi kabil görmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra, o sarayın teşkilât programını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan, elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eşya-yı âhare nisbeten, kavânîn-i ilmiyenin bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebettar gördüğünden, 'İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş' diyerek, vahşetini ahmakların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş..."
"İKİNCİ MİSAL: Gayet vahşî bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletin nizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini, kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır."
"Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camie, cuma gününde dahil olur. O cemaat-i Müslimînin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarını müşahede eder. Mânevî ve semâvî kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve Şeriat Sahibinin emirlerinden gelen mânevî düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider..."(1)
Bu misalde asıl anlatılmak istenen hakikat, şu kâinat sarayının mucidinin ve sanatkârının, kâinat cinsinden olmadığıdır. Bu harika işleri tabiat ve sebepler yapıyor diyenler, kâinatın sanatkârını yine kâinatın içinde aradıkları için, böyle bir cehalet içine düşüyorlar. Hâlbuki bir masayı yapan usta, masa gibi ağaç cinsinden olmaz ve olamaz. Masayı yapan ustayı, masanın yapımında kullanılan malzemede aramak, ahmaklık olur. Tabiatçıların kâinat gibi muazzam ve mükemmel bir sanatı yine kâinatın maddesine yahut içindeki başka bir sanata vermeleri şaşılacak bir şeydir. Sanat, sanatkâr olmaz; kanun, kanun koyucu olamaz; eser eser sahibi olamaz.
İlk misalde kanunların toplamı hükmünde olan tabiat defterine vurgu yapılıyor. İkinci misalde ise kanunların, kanun koyucu gibi şuurlu ve idrak sahibi olduğu zannı üzerinde duruluyor. Kışladaki bütün o intizam ve insicamı komutana değil de onun koyduğu kanuna vermek ve komutanı görmezden gelmek, cehaletin en şen’idir.
Kâinattaki sünnetullah dediğimiz kanunları Allah koymuştur. Kâinatı tedbir ve terbiye eden kanunlar değil, Allah’tır. Kanunlar, sadece bir isim ve unvandırlar.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a, Üçüncü Kelime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Fakat muztar kalarak bilmecburiye, eşya-yı âhere nisbeten, kavanin-i ilmiyenin bir unvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebettar gördüğünden..." Ne demektir?
Yazardan başka bir yazar arayışında olan birisi bir kitabın fihrist (içindekiler) kısmını gördüğünde fihrist kitabın özeti ve her konusu ile ilgili durduğu için o fihristi sanki kitabın müellifi gibi zannedilebilir. Bu ahmakça bir hükümdür.
Benzer bir ilişki kainat kitabının gerçek müellifi olan Allah’ı inkar edip Onun yerine yeni bir müellif arayışı içinde olan bir adam kainata baktığında kainatın bütünü ile ilişkili duran tabiat, adetullah, sünnetullah diye de tarif edilen kanunlar toplamına müellif nazarı ile bakabiliyor. Oysa tabiat denilen şey gerçek ve nesnel değildir zihnin bir kurgusundan ibarettir.
“Fakat muztar kalarak bilmecburiye, eşya-yı âhere nisbeten, kavanin-i ilmiyenin bir unvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebettar gördüğünden” bu ifadeler vehmi ve farazi olan tabiat kavramına işaret ediyor. Tabiat denilen şey kainatın düzenini temin eden kanunların bütününe verilen bir isimdir.
Mesela suyun kaldırma kanunu denilen şey İlahi kudretin cisimleri suyun yüzeyine kaldırmasıdır kanun ismi ise bu olayın isimlendirilmesidir. Kudreti görmeyip isimlendirmeye yaratıcılık vasfını vermek ahmakça bir hükümdür.