Tabiatın; kader kaleminin sahifesi olan levh-i mahfuzun bir cilve-i aksi olması ve ehl-i gafletin; mistar, masdar ve fâil telakki etmesi ne demektir?
a. Bu paragrafta “Cemil ve Celil” isimlerinin kullanılma sebebi nedir?
b. Tabiatın; “kader kaleminin sahifesi olan levh-i mahfuzun bir cilve-i aksi” olması ne manaya gelmektedir?
c. Ehl-i gafletin “bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san'atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesi” ne demektir? “Mistar” ve “mastar” arasındaki fark nedir?
Değerli Kardeşimiz;
“...Güya her bir bahar, bir tek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak, zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil'in eliyle takılıp koparılıyor; konup kaldırılıyor."
"Hakikat böyle iken, beşerin en acib bir dalaleti budur ki: Kader kaleminin sahifesi olan Levh-i Mahfuz'un yalnız bir cilve-i aksi olarak, fihriste-i san'at-ı Rabbaniye olup, ehl-i gafletin lisanında tabiat denilen bu kitabet-i fıtriyeyi, bu nakş-ı san'atı, bu münfail mistar-ı hikmeti, tabiat-ı müessire diyerek masdar ve fâil telakki etmesidir. اَيْنَ الثَّرَا مِنَ الثُّرَيَّا Hakikat nerede? Ehl-i gafletin telakkileri nerede?”(1)
a. Bu ifadenin, Mesnevî-i Nuriye’de geçen şu cümle ile yakın münasebeti vardır:
“Evet, bu cüd-u icad Saniin vücubundandır. Nevide celalidir, fertte cemalidir.”(2)
Bir çiçeğe tek olarak baktığımızda ondaki cemal yani güzellik hemen nazarımıza çarpar ve o çiçeği severiz. O çiçekle kaplanmış bir dağa baktığımızda kalbimizde “hayret” manası hükmeder.
İşte her bir bahar da bir yönüyle çok güzel, bir başka yönüyle ise insanı hayrete düşüren muhteşem bir tablodur. Onda cemâl ve celâl birlikte kendini gösterir.
Öte yandan, ilâhî kudretin bir baharı bir çiçek kadar kolay yaratıp, yeryüzüne takıp sonra yine aynı kolaylıkla ondan koparıp alması bir celâl ve azamet tecellisidir. Baharın kendisi cemali gösterirken, bu azametli tasarruf celali göstermektedir.
b. Lisanımızda, tabiat kelimesi hem “kâinat” manasına, hem de “fıtrat” manasına kullanılmaktadır. Buradaki kullanımı, “fıtrat” manasınadır. Gözün tabiatında görmek, kulağınkinde işitmek vardır. Aynı şekilde, çekirdeğin tabiatında ağaç olmak, yumurtanın tabiatında civciv olmak vardır. Ehl-i gaflet, o varlıklara bu tabiatları, bu fıtratları, bu istidatları Allah’ın koyduğunu gözden ırak tutarak, eşyanın yaratılışını o çekirdeklerin ve tohumların tabiatlarına vermekle dalâlete düşüyorlar.
Bir çekirdeği terbiye ederek ağaç haline getiren Allah’tır. O ağaçtaki bütün hususiyetlerin, hülasa olarak o ağacın çekirdeğine konulması da ayrı bir sanat, ayrı bir mu’cizedir. Ehl-i gaflet işte bu hakikatten gaflet ederek, ağacın yaratılışını çekirdeğin tabiatına, ondaki bu hususiyete vermektedirler.
c. Çekirdeklerde, yumurtalarda ve nutfelerde kaderin yazdığı manevî yazılar ve şifreler için “kitabet-i fıtriye, nakş-ı san'at ve münfail mistar-ı hikmet” tabirleri kullanılmış. Bu yazılar, bu nakışlar ve hikmetli programlar kendilerinden çıkan eserlerin faili yani yapıcısı, ustası değillerdir.
Masdar, sudur mahalli demektir. Yani, bir yerden suyun çıkması, suyu o yerin yaptığı manasına gelmez.
Mistar; cetvel, ölçü demektir. Bir cetveli nasıl yapmışsanız, onunla çizdiğiniz şey de onun şeklini alır. Ama o şekil o cetvelin işi değildir. İşte genlerdeki bazların dizilişi, misdara benzetilmiştir. Mahlûkatın genlerdeki o yapıya göre yapılmasını yanlış tefsir eden ehl-i gaflet, “binayı planın yaptığını yahut çizgiyi cetvelin çizdiğini” iddia eden kimselere benzerler.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Dördüncü Söz.
(2) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü