"Levh-i Mahv ve İsbat", tabiat mıdır, tabiatçıları yanıltan nokta neresidir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Levh-i Mahv-ı İsbat’a doğrudan tabiat demek yanlış olur. Tabiat, Levh-i Mahv ve isbat’ın insan zihninde bir irtisamıdır. Yani maddeci felsefe levh-i Mahv veİsbat’ın varlığını hissetmiş, ona kendince tabiat ismini koymuş. Yalnız onlar tabiatı Allah’ı inkâr etmekte bir vasıta olarak kullanıyorlar. Halbuki Levh-i Mahv ve İsbat Allah’ın ilmine ve varlığına işaret eden kat’î bir delildir.

Tabiatın iki yüzü vardır. Birisi maddeci felsefenin iddia ettiği ve batıl olan muhayyel bir İlah tasavvurudur. Yani bunların vehmine göre kâinatın umumunda cereyan eden kanunlardan ve sebeplerden hâsıl olan neticeleri yaratan ve tedbir eden bir tabiat var ki, her şeyin tedbir ve dizgini bu tabiatın elindedir. Bu tabiat anlayışı tamamen maddeci felsefenin uydurduğu batıl bir vehimdir.

Bu ahmaklar, Allah’ın, kâinat ve sebepler üstünde harika bir şekilde tecelli ve tezahür eden rububiyetini uzaktan uzağa hissetmişler ve buna da kendilerince tabiat demişlerdir. Tabiat dedikleri şey bu vechesi ile yoktur ve hayalîdir.

Tabiatın ikinci yüzü ise, sebepler ve âlemdeki umumî mizan ve nizamdır ki, bu mevcuttur. Bütün bu sebepleri ve sebepler üstünde parlayan intizam ve mizanları icat edip yaratan, Allah’ın kudret sıfatıdır. Bütün eşyanın ve maddenin mânâlarını da bu intizam ve mizana bağlamıştır. Tabiri caiz ise, tabiat denilen şey bir tuval ise, eşya da bu tuval üstünde duran nakış ve resimlerdir. Tuvali ve tuval üstündeki nakış ve resimleri icat edip resmeden de Allah’ın kudreti ve sıfatlarıdır. İşte tabiatın kabil ve münfail olması ve isminin şeriat-ı fıtriye ve san’at-ı Rabbaniye olması da bu cihetledir.

Tabiat bir san’at-ı İlâhiyedir, sâni olmaz. Bir kitab-ı Rabbânîdir, kâtip olmaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Bir defterdir, defterdar olmaz. Bir kanundur, kudret olmaz. Bir mistardır, masdar olmaz. Bir kabildir, münfail olur, fâil olmaz. Bir nizamdır, nâzım olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz.”(Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte)

Üstad Hazretleri bu mânaya iktiran diyor; yani iki şeyin sürekli beraberce bulunması demektir.

Mesela, bulut ile yağmurun iktiranı yani beraberce istihdam edilmesi buna misal olabilir. İşte insanlar bu kanunlara ve sebeplere ve beraberce bulunmalarına ünsiyet ve ülfet ettikleri için, zamanla neticeyi sebepten bilmeye başlıyorlar.

Allah’ın sebepler arkasındaki Rububiyetini ve Ulûhiyetini göremiyorlar. Bu da zamanla insanın akıl ve kalb dünyasında Allah’ın unutulmasına ve gafletine sebebiyet veriyor. İnsanların bu kısır bakışı ve birtakım günahları insanın kalbinde ve manevî âleminde birtakım kirlenmelere ve paslanmalara yol açıyor, zamanla tabiatın hakiki mucit ve yaratıcı olduğu fikrini veriyor ve tabiat bataklığına yuvarlatıyor.

Diğer bir husus, Allah insan fıtratını hakkı ve doğruyu araması ve bulması için onu harika cihazlarla ve eşsiz latifelerle teçhiz etmiştir. İnsan hakkı ararken bazen batıl önüne çıkar. Zira bu âlemde hayır ile şer, hak ile batıl, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin beraber hatta bazen iç içe bulunabiliyor. İnsan dikkatini hakka teksif ettiği için batıl dikkatten kaçıp onun fikir ve gönül âlemine sızabiliyor, onu hak zannedip sıkı sıkıya sarılıyor.

Ramazan hilaline dikkat kesilmiş ihtiyar bir zat, saçından eğilmiş hilale benzeyen kılı hilal zannedip, "hilali gördüm" diye yemin etmiş. Halbuki gördüğü saçından eğilmiş hilali andıran bir kıl. Demek insan bazen tebeî bir bakışla koca ayı saç teli ile karıştırabiliyor.

İnsan bu gibi batılları ayıklamak için gönül ve fikir dünyasını İslam mizanına Şeriat mihengine vurmalıdır. Zira yanılmaz ve yanıltmaz yegâne hak mizanı şeriattır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

şura80437
30.sözde zerre bahsinin haşiyesinde de levh-i mahv-ı ıspat ve levh-imahfuzu çok güzel anlatıyo beni çok istifade ettim .herkesin okumasını tavsiye ediyorum....şura
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...