"Tertib-i mukaddematta tefviz tembelliktir; terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sayine ve kısmetine rıza kanaattir... Mevcuda iktifa, dun-himmetliktir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir hükmünün manası, bir şeye ulaşmakta, vasıta olan sebeplerin terk edilip, Allah’a havale edilmesine denilir ki, bu da tembellikten başka bir şey değildir.

Mesela, buğdayı elde etmek için, Allah, sebepleri tertip ile sıraya koymuştur. Bir çiftçi önce tarlasını sürecek, sonra tohum ekecek, sonra da sulayıp gübresini atacak. Bu tertiplerden birini atlasa ya da Allaha havale edip, “ben tevekkül ehliyim” dese, mahsul alamadığı gibi, tembellik damgasını da yer. Zira Allah, meşgale olsun diye, sebeplerin hazırlanmasını ve uyulmasını mecbur kılmıştır.

Terettüb-ü neticede, tevekkülün manası ise, insan, kendine düşeni yapıp, bütün sebepleri yerine getirdikten sonra, neticeyi Allah’tan beklemesidir. Zira ondan sonra insanın yapacağı bir şeyi kalmıyor. Bulutları toplamak, yağmur vermek, buğdayın kızarıp olgulaşmasını temin etmek için güneşi istihdam etmek gibi hususlar, insanın elinin ulaşacağı şeyler değildir. Onun için, sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor. Böyle olunca, sebeplere teşebbüs etmek çalışkanlık; neticesini de Allah’a havale etmek ise, tevekkül olur. Tevekkül, sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Tembellik ise, sebeplere müracaat etmeden neticeyi beklemek demektir. Yani buğday başağını elde etmenin yolu tarlayı sürmek, tohumlamak, sulamak... En sonunda da neticeyi Allah’tan bilmek ve beklemektir.

Allah kâinatta sebeplere de bir vazife vermiştir. Bazı icraatlarını da sebepler vasıtası ile yapmaktadır. Bu yüzden insanları da sebeplere riâyet etmeye davet ediyor.

Müslüman, dünya hayatını daha rahat ve huzurlu geçirmek için sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunun da çok iyi farkındadır: Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda ve tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır. Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir. O, herkesi misafir ve her şeyi geçici bilir. Hiçbir hadiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.

Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhalarından sonra şifa bekleme dönemine girer. Doktoru da yanıbaşında onun iyileşmesini beklemektedir.

Bu ikili bekleyiş Allah’a tevekkülden başka bir şey değildir. Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en sağlam zırhtır.

Tevekkül, bütün canlıların hatta cansızlar âleminin de yaratılışlarında var. Toprağın altında bekleşen tohumlar, yumurtalarını uzak denizlere bırakıp geri dönen balıklar, rızık endişesine düşmeden ve doğum kontrolü hesabına girmeden yavru yapan hayvanlar ve nihâyet yollarını bilmeden sür’atle dönen gezegenler birer tevekkül sahnesi sergiliyorlar.

Semere-i sa’yine, kısmetine rıza göstermek kanaattir. Meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. İnsan, Allah’ın taksimatına itiraz etmeyip, rıza göstermelidir. İnsan tarlasını ekti, üzerine düşeni yaptı, bütün sebepleri yerine getirdi, çalıştı, didindi, etti, bunun neticesinde de Allah, ona mahsul verdi. İşte, “neden daha fazla vermedi” diye sızlanmak, itiraz etmek, rıza göstermemek kader-i tenkittir ve kulluğa münafidir. Kısmetine rıza göstermek ve itiraz etmeyip şükretmek, kanaattir. Kanaat ve kısmete rıza mânasını üzerinde taşıyan birisi, çalışmayı ve gayreti terk etmez. Zira, Allah'tan geldiğini biliyor ve şükrediyor. Onun için, gayret ve çalışmaya meyli eksilmiyor, tam tersine, artıyor. Ama kanaatsız adam, neticeyi az gördüğü, kısmetine razı olmadığı ve şikâyet ettiği için, çalışma şevki kırılır ve kuvveti eksilir. Şükürsüzlük ve hırs, çalışma azmini ve şevkini yer, bitirir.

Mevcuda iktifa etmek dûnhimmetliktir cümlesinin mânası ise; insanın elindeki mal ve mülkü kâfi görüp çalışmayı ve gayreti terk etmesidir. Boş durmak ve çalışma ve gayreti terk etmek, kötü ahlâktan sayılmıştır. Zira insanın bu dünyada vazifesi, boş oturup tembellik etmek değildir.

Hem atalet, gayretsizlik, tembellik gibi şeyler, adem (yokluk) hükmündedir. Yani, bir nevi yokluk ve hiçlik mânasını taşıyor. İnsan fıtratına konulmuş olan istidadı geliştirmek için, hareket, gayret, çalışmak ve mücadele gibi şeylere muhtaçtır. Atıl kalınca, çok kemalat ve istidatları zayi’ olur.

Bu hizmette de aynen geçerlidir. Mevcutla iktifa etmemek, bu hakikatlerin daha fazla insana ulaşması için gayret etmek gerekir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 14.070
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...