"Eskiden İslamlar zengin, onlar fakirdi..." sorusunun cevabını özetleyip, birkaç örnek verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Hazretleri burada İslam aleminin bu asırda fakir ve geri kalmasının iki önemli sebebini izah ediyor.
İslam aleminin geri kalmasının birinci sebebini şöyle özetleyebiliriz:
"İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır." (Necm, 53/39)
"Çalışıp kazanan, Allah'ın sevdiği bir kuludur."(1)
"Dünyanın ahiretin tarlası olması..."(2)
Dünyadaki nasibe teşvik eden bunca ayet ve hadisler bulunurken, Müslümanlar yanlış ve hatalı bir kanaat ve tevekküle girerek dünyadaki nasibini aramadılar, onun üzerinde hakkı ile çalışıp gayret etmediler. Kanaat ve tevekkül, çalışıp gayret etmede değil çalışma ve gayretin neticesini Allah’tan alma noktasında yapılması gerekirken, maalesef biz Müslümanlar yanılarak çalışma ve gayret noktasında kanaat ve tevekkül ettik. Yani tevekkül ile tembelliği birbirine karıştırdık. Halbuki tevekkül güzel iken tembellik çirkindir.
Tevekkül ile tembellik görünüşte birbirine yakın durur. Tevekkül sebeplere müracaat ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemektir. Tembellik ise sebeplere müracaat etmeden neticeyi beklemek demektir. Tembellik tevekkülün ifratla yanlış kullanılma halidir ki, tefviz de denilmektedir.
Allah kainattaki sebeplere de bir görev ve değer vermiştir. İş ve icraatlarını da sebepler vasıtası ile icra ediyor. Bu yüzden insanları da sebeplere riayet etmeye davet ediyor. Bu sebeplere riayet etmek Allah’ın rububiyet ve uluhiyetine zıt bir şey değildir. Zira sebepler sadece bir şart ve perdedir, yoksa hakiki icraatçı değildirler. Yani sebeplere başvurmak tevekküle zıt bir şey değil, bilakis Allah’ın emrine uymak olduğu için tevekkülü teyit ve takviye niteliğindedir.
İslam aleminin geri kalmasının ikinci sebebini de şöyle özetleyebiliriz; İnsanlığın doğal ve bereketli olan geçim kaynağı üçtür; bunlar ticaret, sanat ve ziraattır. Biz Müslümanlar maalesef doğal olmayan memuriyet ve imareti seçtik. Gayri müslimler ticaret, sanat ve ziraatta terakki ederlerken, biz memurluk ve imaret (emirlik ve beylik) ile geri kaldık. Osmanlı döneminde ticaret ve zanaatın genelde Ermeni ve Rumlarda olması meseleyi ispat ediyor. Hatta öyle ki Osmanlı beylerinde ve amirlerinde zanaat küçümsenir bir hal almıştır, "koskoca bey ve emirler saat tamircisi mi olur, onlar azınlıkların pespaye işidir" denilmiş ve sanatçılık genelde horlanmıştır.
"Birincisi: لَيْسَ لِـْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَاسَعٰى olan fermân-ı Rabbânîden müstefâd olan meyelân-ı sa’y ve اَلْكَاسِبُ حَبِيبُ اللّٰهِ olan fermân-ı Nebevîden müstefâd olan şevk-i kesb bazı telkinat ile o meyelân kırıldı ve o şevk de söndü."
"Zira ilâ-yı kelimetullah şu zamada maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu bilmeyen ve dünya مِنْ حَيْثُ هِىَ مَزْرَعَةُ اْلاٰخِرَةِ cihetiyle kıymetini takdir etmeyen ve kurûn-u vüstâ ile kurûn-u uhrânın ilcaatını tefrik eylemeyen ve birbirinden gayet uzak, biri mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kisbde olan kanaatiyle, mahsul ve ücretteki kanaatı temyiz etmeyen ve birbirinden nihayet derecede baîd, hatta biri tembelliğin unvanı, diğeri hakikî ihlâsın sadefi olan iki tevekkülü ki, biri, meşietin muktezâsı olan esbab arasındaki nizama karşı temerrüd hükmünde olan, tertib-i mukaddemattaki bir tevekkül-ü tembelâne; diğeri, İslâmiyetin muktezâsı olan, netice itibarıyla gerdendâde-i tevfik olarak vazife-i İlâhiyeye karışmamakla terettüp-ü neticede mü’minâne tevekküldür."(3)
Buradaki tahsil ve kisb insanın çalışkan ve üretken olması anlamındadır ki, bu hususlarda kanaatkar olmak tembelliktir ve bu mezmum yani kötü bir ahlaktır. Kanaat, çalışmakta ve üretmekte değil çalışmanın ve üretmenin neticesinde Allah’ın verdiği mahsul ve ücrette olur.
Mesela, tarlamı sürdüm, tohumladım, bütün sebeplerini ifa ettim ki bu tahsil ve kisbdir (çalışmak), neticesini de Allah’a havale ettim; bu tevekkül oluyor ve Allah’ın verdiği mahsul ve neticeye de tam bir teslimiyetle kabul ettim ki bu da kanaat oluyor.
Tahsil üretkenlik, kisb çalışkanlık anlamına geliyor. Mahsul, tahsilin neticesi ücret de kisbin neticesi oluyor. İnsan çalışkan olsa da mahsulü alamayabilir, bu yüzden tahsil ile kisb farklıdır. Çok insan çok çalışır, ama mahsulü çalışması oranında tam alamayabilir, bu hikmet-i İlahiyeye bakar. Ben çok kisb ettim, öyle ise mahsul tam olacak diyemez. Ama ücretini tam alır. Zira ücret sevapta olabilir. Yani Allah kimsenin kisbini zayi etmez, ama bu dünyada ama öbür dünyada. Mahsul daha çok bu dünyaya bakıyor.
"'Ümmetî! Ümmetî!' sırrını teferrüs etmeyen ve خَيْرُ النَّاسِ مَنْ يَنْفَعُ النَّاسَ hikmetini anlamayan bazı adamlar ve bilmeyen bir kısım vâizlerdir ki, o meyelânı kırdılar, o şevki de söndürdüler."
Kamil bir mümin kendi çıkarı ve menfaati için değil, ümmetinin ve milletinin çıkarı ve menfaati için çabalar ve gayret eder.
"İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır."(4)
hadisinin mülahazası ile hareket edip kendi benliğini ümmetin benliğinde eritir. İşte bu şekilde hareket edildiğinde İslam alemi güçlü ve zengin olmuş.
Ne zaman herkes kendi çıkarını ve benliğini düşünüp kamu ve ümmet yararını unutmuş ise, o zaman gerileme ve fakirleşme başlamıştır. Yani buradaki "ümmeti ümmeti" ifadesi, ümmet bilinci ve yararına hareket etmeyi ifade ediyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Taberani, Evsat, 8/80; Beyhaki, Şuabu’l-İman, 2/88.
(2) bk. Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, I/412.
(3) bk. Münazarat, Sualler ve Cevaplar.
(4) bk. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:481, hadis no: 4044.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar