"Tesadüf" ne demektir?

Soru Detayı

- Risalelerde felsefî anlamda mı kullanılmış?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Tesadüfü" felsefî manada ele alırsak, elbette imkânsız bir şeydir. Lakin tesadüfün bazen tevafuk manasında örfte kullanıldığı da bir gerçektir. Risale-i Nurların birkaç yerinde tesadüf, felsefi manada değil, örfi ve tevafuk manada kullanılmıştır.

Risale-i Nurlardan örfi tevafuk manada tesadüfün kullanıldığına dair birkaç misal:

"Evet, Kur'ân-ı Hakîmin mucizâne belâgat-i ifadesi bu cümle ile çok mesâili ders veriyor. Evvelâ, Zülkarneyn'in mağrip tarafına seyahati, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve güneşin gurup âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika'nın tamam-ı istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret eder."(1)

"HAŞİYE 2: Feyzi'nin ve Salâhaddin'in asker olması dolayısıyla Üstad hafif tebessüm ederek, 'Sizi onlar alamazlar. Vazifeniz var, dâvet ediliyorsunuz. Çünkü lisanla olmasa da hâl ve etvarınız o vazifeyi görecektir.' dedi. Hakikaten Salâhaddin asker olduğunda, mübarek Ramazan'da İzmit'in Tavşan Tepesinde, havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle teravih namazı kıldırması ve Alayın Hadımköyüne kalkması, Ramazan'ın 27, 28, 29 uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyla oruç ve namazını vapurda, Kadir Gecesini de Hadımköyünde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulunduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi. Ve Balaban Köyünde bayram namazından evvel askerî ve sivil eşhasa, köy camiinde namaz hakkında Dördüncü Sözü aynen okuması ve Risale-i Nur'la vaazda bulunması; kardeşim Feyzi dahi aynen bulunduğu kıt'ada daha tesirli bir tarzda, manevî lisan-ı hal ve kal ile ders vermesi, bilfiil Üstadının nutkunu tasdik eder. 27, 28, 29 tarihi, mübarek günlerin en meşakkatlisi idi. Türkiye'de 1359'da 27, 28, 29 kur'aları askere alınmıştı. Bu tevafuk dahi, keramete bir letafet katar. (Salâhaddin)"(2)

"Nasıl ki, başka âlemden bu küreye gelen tasvirci bir nakkaş farz olunsa: Halbuki, ne insanı ve ne insanın gayrısı, tam suretini görmemiş; belki herbirisinden bazı âzasını görmekle insanın tasviri veyahut gördüğü eşyanın umumundan bir sureti tasvir etmek isterse; meselâ, insandan gördüğü bir el, bir ayak, bir göz, bir kulak, yarı yüz ve burun ve amame gibi şeylerin terkibiyle bir insanın timsali, yahut nazarına tesadüf eden atın kuyruğu, devenin boynunu, insanın yüzünü, arslanın başı bir hayvanın sureti yapsa; nasıl ki imtizaçsızlıkla kabil-i hayat olmadığı için şeriat-ı hayat böyle ucubelere müsait değildir diyecekler ve nakkaşı müttehem edecekler. Şimdi bu kaide, fenlerde aynen cereyan eder. Çaresi odur ki: Bir fenni esas tutup sair malûmatını avzen ve zenav gibi yapmaktır."(3)

İnsan yolda giderken bir mücevher bulabilir. Ona kavuşmayı belki tesadüfe verebilir. Ama bütün insanlar, hiçbir mücevherle mukayese edilemeyecek kadar kıymetli “akıl” cevherine sahip kılınmışlardır. Bu umumî ikram ve ihsan tesadüfle açıklanamaz. Yani, tesadüfen bana akıl verilmiş, anneme de babama da, bütün insanlara da tesadüfen akıl verilmiş denilemez. Burada tesadüf değil özel bir lütuf söz konusudur. Aklın ihsan edilmesi tesadüfen olsaydı, bu tesadüften birçok hayvanlar da pay alırlar, onlar da tesadüfen akıllı olurlardı. Hiçbir hayvanda akıl bulunmaması açıkça gösteriyor ki, bize akıl verilmesi tesadüfi değildir.

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Âlemde tesadüf yoktur. Evet, bilhassa bahar mevsiminde, küre-i arz bahçesinde, bütün ağaçların dallarında, çiçeklerin yapraklarında, mezrûatın sünbüllerinde hikmet bülbülleri, hikmet âyetlerini tanaggüm ve terennüm ile inşad ettikleri îmân kulağıyla, basiret gözüyle dinlenilirse, tesadüf şeytanları bile kabul ile hayran olurlar.” (Mesnevi-i Nuriye)

“Ve keza, hususî ve tek bir nimetin tesadüfü mümkün olsa bile, umumî bir nimet, behemehal bir Mün’imin eser-i kast ve iradesidir.” (Mesnevi-i Nuriye)

Meselâ, bütün insanların gözleri bir tane yahut üç tane olsaydı da sadece bizim gözlerimiz iki tane olsaydı bu hadise belki tesadüfe verilebilirdi. Bütün insanların gözlerinin sayılarının, yerlerinin, şekillerinin bir olması tesadüfle değil kanunla ifade edilebilir. Bu İlâhî bir kanundur. Kaderde böyle takdir edilmiş ve kudret de bunları böylece yaratmıştır.

“Bugün caddede yürürken on seneden beri görmediğim bir arkadaşıma tesadüf ettim” diyebiliriz. Ama, “Bu gün işyerine gittim, mesai arkadaşlarıma tesadüf ettim.” diyemeyiz.

Bir ağacın çiçekleri her baharda aynı şekil ve renkte açar. Yaprakları da her baharda yine aynı biçimde ortaya çıkarlar. Tesadüfen bir elma ağacında armut yaprağı görmemiz mümkün değildir. Âlemde tesadüf olmadığına her baharda “bütün ağaçların dallarında, çiçeklerin yapraklarında, mezrûatın sünbüllerinde” sayısız deliller sergilenmektedir.

Kâinattaki bütün kanunlar, prensipler, kaideler Allah’ın ilim sıfatıyla takdir edlmişlerdir; eşya bu ilmî planlara göre ilahi irade kudretle yaratılmaktadır.

Güneş bütün parlak ve şeffaf şeyler üstünde tecelli eder, ışığı ve ısısı yansır. Bu da o ışığın ve ısının bir güneşten geldiğinin delilidir. Şayet o parlak şeyler üstünde tezahür eden ışığın güneşten geldiğini kabul etmezsek, o zaman o şeylerin içinde hakiki ve bizzat küçük bir güneşçiğin olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu da bir güneşe bedel, milyonlarca güneşi kabul etmemiz mânâsına gelir ki, bu da safsatadır.

Güneşin yedi rengi, ısısı ve ışığı aynalarda veya şeffaf şeylerde nasıl tecelli ediyorsa, Cenab-ı Hakk’ın da isim ve sıfatları mahlûkatta tecelli etmektedir. Üstadımızın ifadesiyle her varlık bir kelime-i kudrettir. Bir harf kaitpsiz olamazken bu sonsuz kudret kelimeleri nasıl Halıksız, Sanisiz olabilir? Bu hakikati kabul etmeyen insan varlık âlemindeki bu mucize sanatları, bu İlâhî ikramları, bu ince hikmetleri kör tesadüfe veya sağır tabiata vermeye mecbur kalacak, aklını böylece uyutacaktır.

Bilim adamları onca fenni malumata sahip olmalarına rağmen, kâinatı ya tesadüfe ya tabiata ya da sebeplere veriyorlar. Hâlbuki onlar atom, zerre, hücre, alyuvar ve akyuvarların bilimsel yönlerini herkesten çok daha iyi bilip görüyorlar, ama ellerinde Kur’ân anahtarı olmadığı için, o harika fiilleri Allah’tan bilmiyorlar.

Kur’ân ve kâinat Allah’ın iki kitabı. Biri kelam sıfatının diğeri de kudret sıfatının tecellisi. Bu iki kitap birbirini şerh ve izah ediyor. Kur’ân kâinat kitabındaki tekvinî ayetlerin nasıl ve ne şekilde okunacağını ders veriyor. Bu rehber olmadan insanın kendi kısır ve kısa aklı ile kâinatı okuması ve tevhide ulaşması mümkün değildir. Bunun içindir ki birçok insan sebeplerde boğuluyor.

Kendisini ve kâinat kitabını okuyan mütefekkir bir insan, hiçbir mahlûkun başıboş olmadığını, onların emir tahtında hareket ettiklerini idrak eder. Birbirini tanımayan şuursuz mahlûkların kendisine hizmet ettirildiğini, bu kadar harika işlerin meydana gelmesinde onların hiçbir tesirlerinin olmadıklarını, onların sadece birer perde olduklarını anlar.

Kendini ve kâinat kitabını okuyan insan, “Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz” olamayacağını bilir, her neye ve hangi hâdiseye bakarsa baksın, onun arkasında Rabbinin sonsuz fiillerini ve nihayetsiz tasarrufunu idrak eder. Bu kadar sanatlı ve hikmetli eserlerin ve icraatların; “şuursuz sebeplerin, kör tesadüfün, sağır tabiatın” işi olamayacağını anlar. Kâinattaki bedi ve garip eserleri ibretle okur, her varlık üstünde Cenab-ı Hakk’ın silinmez ve taklit edilmez mührünü okur.

Bir çiçeğin tesadüfen veya kendiliğinden teşekkül etmesi imkânsızdır. Zira çiçek üstünde fail ve sanatkârına işaret eden sayısız nakış ve işlemeler vardır. Bütün bu nakış ve işlemelerin kendiliğinden ve tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmek, kitaptaki bir cümlenin kendi kendine yazıldığını iddia etmekle aynıdır.Basit bir fiil bile failsiz olmadığına göre bir çiçeğin kendiliğinden failsiz bir şekilde vücut bulması mümkün değildir.

Dipnotlar:

(1) bk. Lem'alar, On Altıncı Lem'a.

(2) bk Kastamonu Lahikası, (37. Mektup)

(3) bk. Muhakemat, Birinci Makale.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
T
Okunma sayısı : 4.651
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

sami
Kainatta tesadüfe tasadüf edilmemiştir. Cümlesinde olduğu gibi tesadüfün iki anlamı var biri rastgele(çeşitli ihtimallerden birisinin kendi kendine gelmesi) anlamında diğeri kaşılaşmak anlamında.Örnek iki cümle: Tesadüfen piyango ona çıktı. Bu gün yolda Ahmed'e tesadüf ettim. Risale-i Nurda her iki anlamda da kullanılmıştır.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR.BENİM ANLATMAK İSTEDİĞİM HAYATIN HER HANGİ BİR ANINDA TESADÜFE YER YOKTUR.KONTROL DIŞI BİR ŞEY YOKTUR. TESADÜFTEN BENİM ANLADIĞIM BU... OZAMAN ŞU OLABİLİR BİR KELİMENİN HANGİ ZAMAN DİLİMİNDEKİ KARŞILIĞI ELE ALINABİLİR.FAKAT BU ZAMAN DİLİMİNE AİT OLMAYAN KELİMEYİ İZAHA NET ŞEKİLDE İFADE EDİLEMİYORSA KENDİ ZAMANINDA BIRAKILABİLİR.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...