Ülfetten nasıl kurtulabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Ülfet, şu muhteşem kâinatta teşhir edilen ve herbiri bir kudret mûcizesi olan mükemmel eserlere, üstünkörü bir nazarla bakma, derinlemesine düşünmeme, sıradan işlermiş gibi telakki etme hastalığıdır. İnsan fikrini yanlış yollara sevkeden, vehimlere ve zanlara sürükleyen bir marazdır.
Uhrevî hayatımız için fevkalâde ehemmiyet kesbetmiş olan bu yaramız üzerinde ne kadar durulsa yeridir.
Süleymaniye’ye ne zaman gitseniz, o muhteşem mâbedi hayran hayran seyreden bir grup insana rastlarsınız. Bu insanlar, o san’at âbidesini niçin uzun süre temaşa ederler? Bu suale çeşitli cevaplar verilebilir. Bu sualin en güzel cevabı şu olsa gerektir: “Diğer yapılarda san’at olmadığı için.”
Başka menzillerde ayrı mevzuları konuşan bu insanlar, Süleymaniye’ye geldiler mi artık Sinan’dan bahsetmeye başlarlar. Daima onu yâd eder, onu takdir ederler. Şimdi, hayâlimizde her şeyiyle Sinan’ın eseri olan bir şehir canlandıralım. Câmilerini de o yapmış olsun, dükkânlarını da, evlerini de, yollarını da...
Böyle bir şehirde doğan, büyüyen bir insan için iki şık söz konusudur: Ya, her adımda Sinan’ı hatırlayacak yahut ülfet dediğimiz alışkanlık belâsıyla, bu harika eserleri görmeden yaşayacak, onun yapıp çattığı bu beldede ondan gâfil olarak ömür tüketecektir.
Büyüklüğüne sınır tayin edilemeyen ve sanat inceliklerine hakkıyla vâkıf olunamayan bu kâinat şehri de Allah’ın mülküdür. Sinan’ın varlık programını bir katre su içinde O çizmiş. O katreyi câmiler, köprüler, hanlar, hamamlar yapan büyük bir mimar hâline O getirmiş. Sinan, O’nun olduğu gibi, Süleyman da O’nun. Hepimiz O’nunuz. Bir gramında milyarlarca bakterinin oynaştığı şu toprak tabakası da O’nun, her damlasında trilyonlarca mikrobun kaynaştığı şu su damlası da... O, arz ve semânın yegâne Hâlık’ı ve Mâlik’i. Arzdakiler de O’nun, semâdakiler de. Kimde ne güzellik varsa O’nun ihsanı, kimde ne kuvvet varsa O’nun ikramı.
Hiçbir insanın bu diyarda Allah’dan gafil olmaması beklenir; ama bu çoğu kez gerçekleşmez. Dünyaya imtihan için gönderilen bu insanlar, hakikata erebilmek için nice perdeleri yırtmak ve nice engeli aşmakla karşı karşıya kalırlar; nefis, şeytan, ihtiyaç, hırs, çevre, mevki, makam, servet ve daha niceleri...
Çoğu insanın şu mûcizeler diyarında gaflete düşebilmesi, biraz da onların bu âleme geliş şekilleriyle alâkalıdır. İnsanlar, bu beldeye Yıldız Sarayı’na girer gibi girmiyorlar. Kapıda saray muhafızlarınca karşılanmıyor, içerileri teşrifat memurları nezdinde gezmiyorlar. Onlar bu sarayın içinde yaratılıyorlar. Sarayda doğuyor, sarayda büyüyor, sarayda ölüyor, saraya defnediliyorlar.
İşte bu saray hayatının verdiği umursamazlık ve vurdumduymazlık hastalığına “ülfet” diyoruz. Bu hastalıkla fikirler uyuşur, ruhlar donuklaşır. Ne bakışlarda hayat, ne kalplerde seziş kalır. Bu derde müptelâ olanlar, her zerresi sonsuz hikmetler taşıyan bu âlemde ömürlerini ‘O mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler’ mısraında ifadesini bulan bir garip ruh hâleti içinde geçirir dururlar. Yokluğunu hiç çekmedikleri nimetler onların nazarlarından saklanır. Dünyanın güneş etrafındaki harika seyahatini hiç hatırlamazlar. Zira bir an inmeksizin hep onun sırtında gezmişlerdir. Baharın geldiğine yeterince hamd etmezler. Çünkü baharsız yıl geçirmemişlerdir. Hava nimetine şükretmek hatırlarına gelmez. Çünkü hiç havasız kalmamışlardır. Misaller çoğaltılabilir. Ve bütün bu nankörlükler çoğu kez ülfetten kaynaklanır...
Ülfetten kurtulmanın çareleri olarak, risalelerden derlediğimiz birtakım tespitleri aşağıya alıyoruz:
1. Kuvvetli bir tefekkür:
"Hâlbuki, o infilak ve inkılâbdan sonra, gitgide letâif uykuya ve havâs o hakâik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübâreke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letâfetini ve tarâvetini kaybeder. Âdetâ sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iâde edilebilir. İşte bundandır ki, kırk dakikada bir Sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir." (1)
"İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeât ile..." (2)
2. Rabıta-i Mevttir:
"Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır..." (3)
3. Dikkat ve Niyet:
"Hakikaten bugün, Siracü'n-Nur'un başındaki Münâcâtı tashih niyetiyle okudum. Kuvve-i hâfızam tam söndüğü için, birden o münâcâtın hakikatlerine karşı, güya seksen yaşında iken yeni dünyaya gelmişim gibi, birden ülfet ve âdetleri bilmiyor gibi, o malûm âdetler perde olamadı. Kemâl-i şevkle tam istifade edip okudum. Pek harika gördüm." (4)
4. Düzenli bir şekilde Kur'an ve Cevşen okumak.
"Cevşenü'l-Kebîr ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştanbaşa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor, gafletleri, tabiatları parça parça ediyor; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm, kâinatı envâıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklarla tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalâletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında envâr-ı tevhidi gösteriyor." (5)
5. Her gün belli bir miktar Risale-i Nur okumak ve elden geldiğince Nur hizmetine katılmak.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli.
(2) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a.
(3) bk. age.
(4) bk. Emidağ Lahikası-II, (84. Mektup)
(5) bk. Kastamonu Lahikası, (147. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ah ülfet, nice harikaları sen perdeledin, insanı sen mahrum ettin hikmetten, oysa tefekkür hayretle başlar... Cenab-ı Hakk bizleri hayret makamına ulaştırsın. Amin...
Teşekkür ederim Allah razı olsun