"Üstadım, bilâkis, Kadirî meşrebi ve Şâzelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor." Meslek ve meşreb farkına temas ederek, bu tariklerin hususiyetleri hakkında malumat verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Meşreb; "su içme yeri, su içmek" gibi manalara gelir. Aynı dini veya hayat felsefesini paylaşan insanlar arasındaki huy ve yaratılıştan kaynaklanan görüş farklılıklarını ifade eder.
İsrailoğulları Hz. Musa (as)'ın rehberliğinde Kızıldeniz’i geçerler. Çölde susadıklarında Hz. Musa'dan su talebinde bulunurlar. Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya "Asanı taşa vur" diye vahyeder. Hz. Musa, asasını taşa vurunca, İsrailoğullarının kabile sayısınca, on iki yerden su çıkar. Böylece, her kabile, kendine tahsis edilen bölümden suyunu içer, aralarında münakaşa olmaz.
İşte, üstteki hâdiseyi anlatan ayette; "Onlardan herbiri meşrebini (su içme yerini) bildi" ifadesi, "meşreb" kelimesine kaynak olmuştur.
Hz. Peygamber (asm.), Bedir esirlerine yapılacak muameleyi ashabıyla meşveret ederken, Hz. Ebu Bekir, "Fidye karşılığı serbest bırakalım" derken, Hz. Ömer, "Hepsini öldürelim" teklifinde bulunur. Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir’i Hz. İbrahim ve Hz. İsa'ya; Hz. Ömer'i de Hz. Nuh ve Hz. Musa'ya benzetir.(Razi, XV/197) Hz. İbrahim (as), Cenab-ı Hakk'a şöyle niyazda bulunmuş, onları Cenab-ı Hakk'ın affedici ve merhamet edici ismine havale etmiştir.
"Ya Rabbi bana uyan bendendir. Fakat kim bana isyan ederse Sen Gafur ve Rahimsin" (İbrahim, 14/36)
Hz. İsa (as), istikametli tevhidi terk ile teslis dalaletine düşen ümmeti hakkında Cenab-ı Hakk'a, şöyle dua etmiş ve doğrudan onların helakini istememiştir.
"Ya Rabbi, eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır. Eğer bağışlarsan, şüphesiz sen Azizsin, Hakimsin."(Maide, 5/118)
Buna mukabil, Hz. Nuh (as) imana girmemekte ısrar eden kavmi hakkında şöyle demiş:
"Ya Rabbi, yeryüzünde bir tek kâfir bile bırakma"(Nuh, 71/26)
Hz. Musa (as), kavmine şöyle beddua etmiştir:
"Ya Rabbi onların mallarını mahvet, kalblerini sık. Onlar can yakıcı azabı görmeden imana gelmezler."(Yunus, 10/88)
Tabiinin en önde gelenlerinden kabul edilen Hasan-ı Basri ve Üveys el-Karani'nin meşrebleri elbette aynı değildir. Hasan-ı Basri, insanlarla iç içedir. Talebe yetiştirmekte, halkın suallerine cevap vermektedir. Sırlı ilimlere, ruhanî feyizlere ziyadesiyle mazhar olan Üveys el-Karanî ise, münzevî meşreb hareket etmektedir.
Günümüz Müslümanlarında da pek çok farkı meşrepler görmek mümkündür. Mesela, kimi insan dışa açıktır, sosyal yönü kuvvetlidir, hayatın geniş dairelerinde küllî hizmetlere vesile olabilir. Kimi insan ise, içe dönüktür. Dar dairede keyfiyetli eleman yetiştirmekte mahirdir.
Kimi leylî sohbeti sever, kimi neharî sohbeti. Kimi nâra atmak ister, kimi "sırren tenevverat"tan hoşlanır. Kimi cehri zikreder, kimi hafi zikreder. Kimi şekle ehemmiyet verir, kimi öze bakar. Kimi hissiyat yüklüdür, kimi fikir ağırlıklıdır...
Aynı İslâmiyet pınarından nebean eden bu meşrebler, aslında bir renkliliktir, zenginliktir ve güzelliktir. Her insanda Allah'ın isimlerine mazhariyet farklı farklı olduğundan, meşreblerin de farklı olması kaçınılmazdır. Fakat bu farklılığı ihtilaf sebebi yapmamak gerekir. Güneş, ay gibi gök cisimlerinin nizamından bahseden ayette,
"Herbiri bir yörüngede hareket eder." (Yasin, 36/40)
Denildiği gibi, her meşreb sahibi, diğer meşreb sahibinin yörüngesine girmeden, yani çarpmadan ve çatışmadan yollarına devam etmelidirler.
Meslek ise; sülük edilen ve gidilen yol demektir. Meslek ile meşreb kimi yerde aynı manada kullanılır. Ancak meslek bir ana cadde ise, meşreb, o caddeden ayrılmış kollar veya yollar olarak kabul edilebilir. Bu nazarla baktığımızda, Risale-i Nur hizmeti bir meslek ise, ondan ayrılan gruplar birer meşreb olarak değerlendirilebilir.
Ebü’l-Hasen Şâzelî; XII. yüzyılda yetişen büyük velîlerdendir. Tam ismi Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr, künyesi Ebü’l-Hasen, lakabı Nûreddîn’dir. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) torunu Hz. Hasan’ın (r.a.) soyundan gelmiştir. 1196 yılında Kuzey Afrika’da Tunus’un Cebel-i Zafrân bölgesinde bulunan Şâzele kasabasında dünyaya geldi. Bu bölgede doğduğu için Şâzelî adıyla meşhur oldu. Şâzeliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusudur.
İlme ve ilmi eserlere olan düşkünlüğünden gözlerini kaybettiği rivayet olunmaktadır. Küçük yaştan itibâren doğduğu Şâzele kasabasında ilim öğrenmeye başlayan Ebü’l-Hasen ı Şâzelî, dinî ilimlerin yanında fen ilimlerini de öğrendi. Tasavvufa karşı alaka duyan Şazelî hazretleri, Irak’a giderek buradaki âlimlerden Ebü’l-Feth Vâsıtî’nin sohbetlerinde bulundu. Daha sonra da uzun süre büyük velilerden Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin talebesi oldu.
Kendi adıyla bilinen tarikatın başına vefatından sonra Abbas el-Mursî, onun yerine ise tarikatın yayılmasında büyük rol oynayan meşhur Hikem-i Atâî adlı eserin sahibi Taceddin İbni Atâullah el-İskenderânî geçti. Meşhur tarih felsefecisi İbni Haldun da Şâzelî tarikatı mensuplarından idi. Tarikatın en yaygın olduğu bölgeler Cezayir, Tunus, Fas ve Mısır’dır. Türkiye’ye Şeyh Zâfir vasıtasıyla geldi. Abdulhamid Han’ın da, bu tarikatın mensuplarından olduğu rivayet edilmektedir. Ebü’l-Hasen Şâzelî, 1258 senesinde hac yolculuğu sırasında, Humeysıra’da vefât etti.
Yukarıda tarihçe-i hayatını verdiğimiz Ebü’l-Hasen Şâzelî ve mesleğinde göze çarpan husus, ilim ve tefekkürdür. Üstad'ın mizaç ve meşrebi de ilim ve tefekkür ağırlıklıdır. Şazelilik mesleği bir ciheti ile Risale-i Nur mesleğine yatkındır.
Kadirilik mesleğinde ise, cehrî ve afakî zikir ve tefekkür ön plandadır. Risale-i Nurlarda da galip olan cehrilik ve afakî tefekkürdür. Üstad buna şu şekilde işaret ediyor:
"Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış, kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış..."(1)
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Mukaddime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü