Üstad'ın hiddetli olduğu, bazen talebelerini dövdüğü ifade ediliyor, doğru mu? Efendimiz'in (sav) hayatında böyle misal var mı?
- Üstadımız gibi sünneti harfiyen uygulayan nadir, nadide bir insanın bu tavrını nasıl anlamak, yorumlamak uygun? Hata mı diyeceğiz? Sadakat dersinin bazen döverek de verileceği söyleniyor! Ancak bu durumda Efendimiz (sav)'in sadakat dersinde de buna benzer örnekler olması gerekmez miydi?
Değerli Kardeşimiz;
"Üstad’ımız bir gün beni (Ahmed Gümüş) yanına çağırdı. Zübeyir Ağabey için; 'Bu senin hemşerin çok ahmak, benim için her şeyini terk etti. Görüyorsun onu dövüyorum, kovuyorum, bir türlü gitmiyor. '" (Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-7, s. 80)
"Bayram Yüksel Ağabey naklediyor: Üstad’ımız bazı vesilelerle bize sık sık sadakat dersi verirdi. Şefkatle sadakat dersi verilmez; bazen döverek, kızarak, kovarak ders verirdi." (Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-1, s. 92)
Âlim de olsa evliya da olsa hatta sahabe de olsa, bir insanın yüzde yüz her halinin sünnete tam tevafuk etmesi mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında, yüzde yüz uyması gerekirdi demek ifrat bir bakış açısı olur.
Sadakat; her halde, her durumda ve her şartta davaya bağlı kalmaktır. Bazen nimetler içinde yüzersin, konfor, lüks, zenginlik seni davadan koparmaya çalışır, eğer buna aldanmıyorsan sadıksın demektir.
Bazen de yokluk, fakirlik, geçim derdi seni davandan alıkoymaya çalışır, sen yine direniyorsan davanda sadıksın demektir.
Bazen de baskı, zulüm, işkence, hapis önüne çıkar, bunlara dayanıyorsan davanda sadıksın demektir.
Hayatta sadakatin böyle testleri, parametreleri, imtihanları olur; yoksa sadakatin anlaşılması, yaşanması, kavranması asla mümkün olmazdı.
Bu testi bazen şeyh müridine, hoca talebesine, usta çırağına uygulayabilir. Peygamberler bu hususta zaten şeriatın emirlerini tatbik etmekle mükellefler. Meselâ; hırsızlık yapanın kolunu keser, zina edeni recm eder, cinayet işleyene kısas uygular vesaire.
Peygamberlerin de ümmetlerini sadakat testine tabi tutması vardır. Meselâ; Peygamber Efendimiz (asm) Tebük savaşına mazeretsiz gelmeyen üç sahabeye elli gün insanlardan uzak kalma tedbiri uygulamıştır ki, bu elli gün dayaktan daha beter olmuştur.
Resulullah (s.a.s) Tebük'ten dönüşte Medîne'ye girişte doğrudan Mescidi Nebevî'ye girip iki rekât namaz kıldı. Çünkü bu, her seferden dönüşte Resulullah (sas)'ın âdeti idi. Sonra mescitte oturdu. Tebük gazvesine katılamayıp Medine'de kalanlar tek tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler. Hz. Peygamber dış görünüşlerine bakarak özürlerini kabul edip, iç yüzlerini Allah'a havale etti ve haklarında istiğfarda bulundu. Bunların sayısı seksen kadar idi.
Ancak Kâ'b b. Mâlik, Mirare b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye meşrû bir mazeretleri bulunmadığı halde cihada katılmamışlardı. Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.
Resulullah (sas) halkı bu üç sahabe ile görüşüp konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu.
Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek kadınlarından da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilâl b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin verildi.
Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret edildiğini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Ka'b b. Mâlik sevincinden bir kat elbise giydirmişti. Mescide geldiklerinde Allah'ın Resulu Ka'b b. Mâlik'e şöyle buyurdu:
"Annen seni doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısını sana müjdeliyorum." Ka'b; "Bu müjde tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca, Hz. Peygamber; "Doğrudan Yüce Allah tarafından" buyurdu. Bunun üzerine Ka'b, bütün servetini Allah yolunda tasadduk etmek istediğini bildirdi. Hz. Peygamber, bir kısmını kendisine ayırmasının daha hayırlı olacağını söyledi.( Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; İbn Kesîr, a.g.e., II, 175 vd.)
Risale-i Nur mesleğinin mühim bir rüknü şefkattir. Kurumuş otların sararmasına bile şefkat eden bir zatın, insana karşı öfkeli ve hiddetli olması pek makul bir bakış açısı olmasa gerek. Ancak Üstad'ın ağabeyleri tedbirli ve dikkatli olmaya davet etmesi ve disiplinli hayata hazırlaması bir öfke değil, tam aksine şefkatin ifadesidir. Disiplinsiz, laubali bir öğretmene kim çocuğunu vermek ister.
Disiplin demek, kızgınlık demek değildir. Disiplin, şefkat ekseninde düsturlara uygun yaşamaktır ki, Üstadımız da tesis ettiği hizmetin esaslarına talebelerini hazırlamıştır. Bu düsturlarından hayatı boyunca taviz vermemeya çalışmıştır. Zira Risale-i Nur mesleğinin ikinci istinad noktası da İsm-i Hakim'dir. Bu yüzden, hikmetli ve ölçülü davranmak esastır.
Üstad'ın yeri geldiğinde çok esprili olduğu ve talebeleri ile şakalaştığına dair onlarca misal vardır. Talebesine dayak attığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Üstad'ın yüksek şefkati ortadadır. Hem Risalelerde ve hem de hatıralarda bu hususta birçok misal vardır. "Hayvanlara, canlı varlıklara karşı şefkati, merhameti saymakla bitmez. Bu hususta çok hatıralarımız vardır.
Molla Hamid, Üstad Hazretlerinin ulvi ve latif şefkatini gösteren bir hatırasını şöyle anlatıyor:
"Rızkını sen mi veriyorsun?"
"Hayvanlara, canlı varlıklara karşı şefkati, merhameti saymakla bitmez. Bu hususta çok hatıralarımız vardır.
"Bir gün talebelere 'Ben tesbihatımla meşgul olacağım, siz gidip gezin.' demişti.
"Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde, bir kertenkeleyi öldürmüştüm. Dönüşte Üstad ne yaptığımızı, nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü. Bana:
"Evini harap etmişsin!' dedi. Ben de 'Bizde yedi kertenkele öldürmenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler.' dedim. Bu defa Üstad: 'Otur da konuşalım, kim haklı, kim haksız?'
"O hayvan sana taarruz etti mi?"
"Hayır."
"O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?"
" Hayır."
"Sen mi yarattın?"
"Hayır."
"Bu hayvanların niçin yaratıldıklarını, yani fıtrî vazifelerini biliyor musun?"
"..........'"
"Bu hayvanı yaratan Hâlık senin öldürmen için mi yaratmış? Sana kim dedi öldür? Bu hayvanların yaratılışında binlerle hikmet var. Bu hikmetler saymakla bitmez. Onu öldürmekle hata etmişsin!'
diye bana orada ders verdi."(Tanıyanların Dilinden. Molla Hamit EKİNCİ)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Aynı şekilde sebepsiz yere domuz öldürmek için de durum aynı mıdır, herhangi bir saldırı vs olmaksızın haksızlık mıdır?Sonuçta yemesi haram ama, bu hayvana sanki İslâmın zıddı gibi yaklaşıyoruz. Toplumda en azından böyle bir algı var. Yemesi haram çok canlı var ama domuza farklı bir muamele var. Mesela arsız, kıskanç olmayan erkeklere de 'domuz gibi adam' ifadesi kullanılır.
Ne dersiniz?