Üstad'ın, Kürtlere ve Türklere bakış açısı nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Kırk seneye yaklaşan bir zaman diliminde Türkiye’miz bölücü terör musibetinden çok çekti. Çok kan aktı, gözyaşı döküldü, nice canlar yandı, ocaklar söndü, binlerce köy boşaltıldı. Çok büyük miktarlarda paralar sarf edildi. Canlarımızı, cananlarımızı, gücümüzü, yıllarımızı ve kaynaklarımızı kaybettik, heba ettik.
Devlet ve millet, bölücü terör illetinden kurtulabilmek için her yolu denedik ve her çareye başvurduk. Elbette bu fitne ateşinin söndürülmesi noktasında Devletimiz ve milletimiz çok ciddi adımlar atıp fedakârlıklarda bulundu. Şimdi de terörün silahlı kanadının günbegün erimesinden dolayı, bütün millet heyecanlı bir mutlu sonu bekleme pozisyonuna girdik.
Lakin asıl mesele bundan sonra başlıyor. Yani milletimizin gücünü kıran, kanını emen, evladını toprağa gömdüren, imkânlarını boş yere akıttıran ve dış güçlere muhtaç ettiren bu ırkçılık belasının, kalplerden hiç dirilmeyecek şekilde sökülüp atılması ve bu iki kadim dostun tek din, tek bayrak, tek devlet, tek vatan hakikatini kalben sahiplenmesi gerekir.
Bu bölücü terör bataklığını kurutabilecek çözüm reçeteleri, Kur’anda, sünnette ve Türklerle Kürtlerin psikolojik ve sosyal hayatını ciddi bilen ve analiz eden Bediüzzaman gibi vatanperver şahısların tecrübelerindedir.
Evet, bölücülük bataklığını kökünden kurutmanın ve bölücü terör sorununa kalıcı çözüm üretmenin en tesirli, ucuz ve kalıcı yolu, Devletin ve halkın Bediüzzaman'a kulak vermesi ve tavsiye ettiği esaslara itibar ederek ferdi ve toplumsal hayata aşama aşama geçirmesi ile mümkün olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü Bediüzzaman, ülkemizde halkın çok büyük kesimini teşkil eden Türk - Kürt ve Arap kökenli kardeşlerimizin itibar ettiği, saygı ve hürmet gösterdiği bir zattır.
Kısacası Bediüzzaman Kürtler, Türkler ve Araplar için sevilen, sayılan ve kendisine itibar edilen ortak bir isim ortak bir değerdir. Bediüzzaman, hem Türkleri hem de Kürtleri çok iyi tanımaktadır. Her iki milleti de tüm özellikleri ile çok iyi tanıyan mümtaz şahsiyetlerden birisidir. Onun için Türkler ve Kürtler arasında meydana gelebilecek ihtilaf ve nifak konuları, ayrıca birlik ve beraberliği tesis edebilecek vesileleri de en doğru şekilde tespit ve teşhis edebilen bir zattır.
Bu nedenle kalbi imanla, aklı hikmetle yoğrulmuş ve ırkçılığın dış kaynaklı olduğunu ferasetiyle sezen çoğu Kürt kökenli Nur talebeleri, asla bölücülüğe taviz vermediler ve terör örgütüne sempatizan veya taraftar olmadılar. Devlete bağlı kalıp birlik ve bütünlüğümüzün tesisi için çalıştılar. Bu nedenle ilgili devlet kurumlarımızın ve samimi Türk ve Kürt vatandaşlarımızın Bediüzzaman'a kulak vermesi ve eserlerindeki çözüm önerilerine itibar etmesi gerekir.
Allah Irkları ve Milletleri Neden Farklı Yaratmış?
Bu konuda Kur’an'da geçen şu ayet-i kerime, milletlerin farklı yaratılmasının Allah’ın hikmet ve iradesiyle gerçekleştiğini ve bunda çok faydalar bulunduğunu ilan eder:
يَاۤ اَيُّـهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِـنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْـنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَاۤئِلَ لِتَعَارَفُوا
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık…” (Hucurat, 49/13)
Bu ayet ile Cenab-ı Hak, bizi farklı ırk ve millet olarak yaratmasının ana sebebinin, birbirimizi tanımak, toplum hayatındaki münasebetlerimizi bellemek ve birbirimize yardım etmek için olduğunu, yoksa bu ayrılığın, birbirimize düşmanlık etmek ve dünyayı ateşe çevirmek için olmadığını net bir şekilde bizlere ihtar eder.
Aslında Türkler ve Kürtler olarak itibari bir farklılığımız olsa da bizi birbirimize bağlayan hakiki ve sağlam bağlarımız vardır. Halıkımız, rezzakımız olan Rabbimiz birdir. Bütün alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (a.s.m) birdir. Hepimizin okuduğu Kur’an bir, ezan bir, yöneldiğimiz kıblemiz birdir. Bu ülkede yaşayanlar olarak da devletimiz bir, şehitlerimizin kanından rengini alan bayrağımız bir, yine milyonlarca şehidimizin kanıyla sulanan vatanımız birdir.
Peygamberimizin Irkçılığa Bakışı
Irkçılık fikrini taşıyanlara hitab eden yüzlerce hadis-i şeriften sadece üç misal vermeye çalışacağız.
1. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.m), ırkçılığın İslam’da yeri olmadığını şöyle ifade etmektedir.
“Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir.”(1)
2. Bir başka hadiste ise ırkçılığa çağıranların acı sonuna şöyle dikkat çekilir:
“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliye ölümü üzere ölür.”(2)
3. Allah Resulünün (a.s.m) ırkçılık hakkındaki beyanlarını "Veda Hutbesi"nin bir bölümü ile noktalayalım:
“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır.”(3)
Tarihte Türk – Kürt Birlikteliği
İki komşu arasında yaşanabilecek bütün olumlu ve olumsuz, tatlı ve tatsız olay ve hadiseler elbette bu iki cengaver millet arasında da yaşanmıştır. Fakat –bir kısım kafatasçı Türk ve Kürt tarihçilerin olumsuz beyanları dışında– bu iki milletin bin yıllık mazisinde güzel hatıralar, çok daha fazla yer almaktadır. Bu iki millet kader birliği etmiş, ailelerini güzel ve mutlu evliliklerle birleştirmiş, ticaret yapmış, felaketlerini beraber sarmış, ortak düşmanlarını beraber savmışlardır. Hatta objektif bakış açısına sahip kişilerce yapılan değerlendirmeye göre, bu iki millet gibi, tarihte bu kadar uzun süre dostluğunu devam ettiren ikinci bir örnek görünmemektedir.
Türkler, Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya girip burayı yurt tutmalarında, Yavuz Sultan Selim’in Şiiliğe karşı yaptığı ve İslam birliğini sağladığı haklı mücadelesinde ve Kurtuluş savaşında topyekün yok olmaktan kurtulmalarında Kürtlerin ciddi desteklerini görmüşlerdir.
Malazgirt Savaşı
1071 Malazgirt Savaşı öncesinde Bizans İmparatoru Romen Diyejon, Frenk, Ermeni, Norman, Slav, Abaza… gibi farklı milletlerden ve Müslümanlığı kabul etmemiş, Hristiyan Peçenek, Uz gibi Türk boyların da içinde bulunduğu, zamanın en büyük ordusunu kurup Anadolu’ya sefere çıkar. Müslümanları Anadolu’dan çıkarmadan, Anadolu’yu kendi valilikleri arasında paylaşmadan ve bütün camileri kiliseye çevirmeden geri dönmeyeceğini bildirmişti. Bunu haber alan Alparslan, Müslüman devletlerden yardım talep eder. Bu çağrıya bazıları; “Yeryüzünün en büyük ordusu olan Bizans ordusuna karşı durulamayacağını ve yenileceklerini” söyleyerek olumlu cevap vermemişlerdir. Kürtler ise, savaştan bir gün önce 25 Ağustos 1071’de Mele Yahya önderliğinde 10 bin civarında Kürt süvari savaşçıyla Alparslan’ın yanında yer alır.
Kürtlerin ileri geleni Mele Yahya “Din kardeşlerimizin yanında cihat etmeye geldik.” demiştir.(4)
Bunun bir benzeri ise 16. Yüzyıl'da yaşandı. Şah İsmail'in ve Şiiliğin yayılışı, Kürtlerin bölgedeki pozisyonlarını ciddi biçimde sarsmıştı. Bu çalkantılı dönemde Kürtler, Safevilere karşı Osmanlı tarafında olmayı seçtiler. Böylece Osmanlı’nın Safevilere karşı galip gelmesinde rol oynadılar. Bu bilinçli hamle, Kürt devlet adamı İdris-i Bitlisî'nin önderliğinde kurulan ve 500 yıldan fazla sürecek olan Türk-Kürt ittifakının temelini de oluşturdu.(5)
Çanakkale, Sarıkamış ve Kurtuluş Savaşı’nda da Kürtlerin ciddi desteği görülmüş, Anadolu’yu muhafazaya gayret göstermiş, 500.000 kadar şehit vermişlerdir. İşte Kürtlerin Türklerle beraberliğini temin etmeye gayret edenlere, yani Mele Yahya, İdris-i Bitlisi ve asrımızda Bediüzzaman’a baktığımızda, ortak yanlarının dindar, sağduyulu ve mütefekkir olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Zira Mele Yahya Müslümanlığı ortadan kaldırmaya gelen Bizans’a karşı, İdris-i Bitlisi Sünniliği bitirmeye azmetmiş Safevilere karşı, Bediüzzaman da dinsizliğe ve Ermenilere karşı birlik çağrısı yapmışlardır.
Kürtler Cumhuriyetin kuruluşunda da ciddi rol oynamışlar, lakin Cumhuriyetten sonra Şeyh Said hadisesini bahane eden idareciler, -maalesef- onları yok saymış, âlimlerini ya darağacında astırmış ya da sürgüne göndermiş ve perişan etmiştir. Kürtçe olan yer isimleri değiştirilmiş ve Kürtçenin unutulması için şiddetli önlemler almışlardır. Kürtlerin dilleri, kültürleri yok sayılmıştır.
Şimdi ise Cumhuriyet zamanında yapılan bu hatalar, gün geçtikçe basiretli idareciler tarafından farkına varılarak düzeltilmeye ve yaralar sarılmaya başlanmıştır. Gün geçtikçe daha akıllıca tedbirler ve çalışmalar artmaktadır ve artmalıdır.
Bediüzzaman’ın Kürtlere Seslenişi
Bediüzzaman Hazretleri 1908 yılı içinde o zaman İstanbul’da bulunan ve mevcudu otuz-kırk bini aşan hamal ve işçi Kürtlere ettiği nasihatte şöyle seslenir:
“Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti... Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hod-sarane yapmayacağız (başına buyruk olmayacağız). Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz.”(6)
Ayrıca Doğudaki Kürt aşiretleri ile sohbetlerinde söylediği şu ifadeler çok ilginçtir:
“Emin olunuz biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki, içtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş'et eder.”(7)
Evet, İdris-i Bitlisi’nin Sünni birliği sağlama ve Şiiliği zayıflatma adına Yavuz Sultan Selim Han’la yaptığı ittifak neticesinde, Kürtler maddi ve manevi alanda çok ciddi rahatlığa kavuştular. Bu uzun dönemde Kürtler, hem Anadolu'da ve Orta Doğu'da yayılıp rahat hareket etme, hem de güvenli ticaret yolları sayesinde gelirlerini arttırma imkânına kavuştular. Kent hayatının, eğitimin, tarım ve hayvancılığın uzun barış dönemlerinde iyileştiğini unutmayalım. Ayrıca Kürtler, sadece kendi bölgelerinde değil Osmanlı idaresinde üstlendikleri görevlerle de etkili oldular; güç kazandılar.
Kürtler ve Türkler et ve tırnak gibi birleşmiş ve ayrılamaz bir hale geldiler ki, artık birisinin başı ağrıdığı zaman ötekinin bundan acı ve sancı duymaması, birisi kargaşa ve bunalım yaşarken, diğerinin huzur ve istikrara sahip olması mümkün olmadı.
Ermenilerle İttifaka Aman Dikkat…
Wilson Prensipleri'nden ümitlenerek toprak isteğinde bulunan ve bu konuda İngilizler tarafından kışkırtılan bir kısım insanlar, özerk veya bağımsız Kürdistan isteğiyle harekete geçtiler.(8) Bunlardan Osmanlı hükümetinin Stockholm büyükelçiliği yapmış olan Kürt Şerif Paşa, Mayıs 1919'da Paris'teki İngiliz Büyükelçisine "bağımsız bir Kürdistan'ın Emiri olma yükünü taşımaya gönüllü olduğunu" bildirmiş ve 22 Mart 1919 tarihli bir muhtıra sunmuştu.
Fakat bu muhtıra; Ermeni delegesi olan Boghos Nubar Paşa'nın Ermenistan hakkındaki taleplerine ters düşüyordu.(9) Bunu gören İtilaf Devletleri, Paris Barış Konferansı'na katılan Şerif Paşa'yı Ermeni Delegesi Boghos Nubar Paşa ile masaya oturtup anlaşma yapmaya ikna ettiler.(10) Şerif Paşa ve Ermeni delegesi Nubar Paşa; büyük devletlerden birinin himayesi altında bir Ermeni ve bir Kürt devletinin kurulmasını isteyen anlaşmaya 20 Kasım 1919'da imza attılar.(11)
Ermeni Bogos Nubar Paşa ile Kürt Şerif Paşa, Paris’te Kürt-Ermeni işbirliği yolunda Ocak 1920’de ortak bir muhtıra yayınlar. Bu muhtırada, Kürtlerle Ermenilerin kardeş oldukları, her iki milletin de Türkler tarafından zulme uğradıkları belirtilerek, Avrupa Devletlerinin desteğiyle Anadolu’nun doğusunda bağımsız birer Kürdistan ve Ermenistan devletlerinin kurulması talebi açıkça dile getirilir.
Yapılan bu anlaşma 20 Şubat 1920 tarihli Vakit Gazetesinde de haber olarak verildi.(12)
Ancak, haklılıktan uzak bu Ermeni-Kürt ittifakına karşı en büyük tepkiyi öncelikle Kürt âlimleriyle diğer ileri gelen şahsiyetler gösterdi. Bunlar arasında en dikkate değer tepkilerden biri de aşağıda verdiğimiz pasajda olduğu gibi Bediüzzaman Said Nursi’den geldi:
"Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin fedakâr ve cesur hadim ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî ananesine sadakati gaye-i hayat bilmiş olan Kürtler, henüz beş yüz bine karib şühedasının kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürle anarken; İslâmiyetin zararına olarak, tarihi ve hayatî düşmanlarıyla i'tilâf akdetmek suretiyle; salâbet-i diniyeleri hilâfına iftirak-cûyane âmal takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne mugayir hareket eden zevatı da tanımazlar."(13)
Bediüzzaman, daha sonra başka bir makalesinde şöyle der:
“Kürtler, camia-yı İslamiye’den ayrılmağa asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürtlük namına söz söylemeğe selahiyattar olmayan beş-on kişiden ibarettir."
"Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin kişi feda etmişler ve makam-ı Hilafete olan sadakatlerini, döktükleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir."
"Ermeniler, Şarki Anadolu’da davayı temellüke (toprak edinme davası) muvaffak olamayacaklarını anladılar. Maksatlarına, Kürtler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı alet etmeyi muvafık (uygun) buldular… İşte bu gaye ile o mahut beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu."
"Kürtler, ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ederler. Eğer, Kürtlerin serbestiyet-i inkişafını düşünmek lazımsa, bunu Bogos Nubar’ la Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye düşünür.”
“Ermenilerin maksadı, Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride (gayelerine ulaştıkları takdirde) Kürtleri bir Millet-i tabia (uydu) haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürt taraftar değildir."
"Kürtler, ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ederler.”(14)
Anlaşmaya gelen şiddetli tepkilerle beraber Bediüzzamanın Vakit gazetesindeki kınama yazısı yayımlanınca Şerif Paşa, Paris'teki Kürt delegeliğinden çekildiğini Vakit gazetesine telgrafla bildirdi.(15)
Böylece Kürtlerin ikbal ve istikbalini düşünen başta Bediüzzaman olmak üzere samimi Kürt aydınlarının teşebbüsü ve itirazlarıyla bu fitne söndürülmüş oldu. Fakat o zamandan bu zamana ne Ermenilerin bu sevdası söndü, ne de onlarla işbirliği yapacak menfaat şebekeleri ortadan kalktı, bu nedenle bu sevda böylece devam edip gitmektedir. Bu noktada Kürt ve Türk aydınları çok uyanık ve sağduyulu davranmak zorundadır.
Bediüzzamanın Türklere Seslenişi…
Bediüzzaman, kendilerini ısrarla İslam dünyasından soyutlamaya çalışan milliyetçi kesime mana itibariyle şöyle seslenir;
"Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş; ondan kàbil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme."(16)
Bediüzzaman’ın yüksek fikirlerinden istifade etmek isteyen yeni hükümet, kendisini Ankara’ya davet ederler. Kanun hazırlama aşamasında Doğu'yu da Batı'ya nispet ederek, dinden soyutlama faaliyetini sezince, onlara şu ihtarı yapmaktadır:
"Bu hususta size bir hakikatli misal vereyim:
"Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: 'Salih bir Türk, elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.' Sonra, aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben, dört sene sonra esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:"
“ 'Ben şimdi, râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.' Ben de
“ ‘Eyvah!’ dedim, ‘Ne kadar bozulmuşsun!’ Bir hafta çalıştım, onu kurtardım, eski hakikatli hamiyete çevirdim."
“İşte, ey meb’uslar, o talebenin evvelki hali, Türk milletine ne kadar lüzumu var! İkinci hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum. Demek -farz-ı muhal olarak- siz başka yerde dünyayı dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de, herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına azamî ehemmiyet vermeniz lâzım.”(17)
Yine Ankara’da milletvekillerine dağıtılmak için hazırlanan ve daha sonra Ankara hükümeti ile arasını açacak olan on maddelik bir genelge hazırlayıp, dağıtır. Bediüzzaman, bu yazıda yine Şark'ın kurtuluş reçetelerini ihmal etmez ve şöyle hitapta bulunur:
"Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: 'Acaba namaz kılıyor mu?' derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: 'Sebep nedir?' Dediler ki:
" 'Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?' Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler."(18)
Yıllar sonra bu ifadelerin Ülkemiz için ne kadar hayati önem arz ettiği ortaya çıkacak, lakin iş işten geçmiş olacaktı...
Son Söz Olarak
Türkleri ve Kürtleri iyi tanıyan ve bu iki milletin içerisinde ömrünü geçiren ve Kur’an – Sünnet-Tarihi gerçekler bağlamında meseleleri değerlendiren Bediüzzaman’ın Ülkemiz ve İslam alemi için hayati önem arz eden ikazlarına devlet ve millet el ele verip kulak kesilmek zorundayız. Bazı Türk kardeşlerimizin menfi milliyetçilik denilen ırkçılık belasından çok çektiğimizi artık görüp, bundan vazgeçip ecdadımızın ümmetçilik anlayışına tekrar bütün samimiyetleriyle eğilmeleri gerekir. Bu noktada kadim tarihi dostlukları ve birliktelikleri olan Kürtlerin meşru olan her türlü hareketlerinde şahane serbest olabilecek bir yolu açmaları ve ayrılıkçı eylem ve söylemden vazgeçmeleri gerekir. Bazı ırkçı Kürtlerin de bin yıllık birliktelik yaşadıkları, kader birliği ettikleri, savaşa beraber girip şehit verdikleri, beraber ağlayıp beraber güldükleri, kız alıp verdikleri bu cengaver ve fedakar Türk milletiyle samimi dostluğa girmeleri gerekir. Hiç unutmayalım ki, Türklerin, Kürtlerin ve tüm İslam aleminin, zamanımızın büyük ejderhalarının zararlarından -zehirlerinden kurtulmalarının tek çaresi kalben barışmak ve birlik- beraberliğe girmektir. İki tarafın bir kısım art niyetli ırkçılarının yaptığı hataları yüzünden birbirimizi toptan düşman bellemek büyük bir hata ve günahtır.
Evet, Anadolu halkının dünyada ve ahirette rahat etmelerinin yolu, ittihaddan geçer. Ecdadımızın dediği gibi "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe."
Dipnotlar:
(1) bk. Ebu Davut, Edeb, 121.
(2) bk. İbni Mace, Fiten, 7.
(3) bk. Sîre, 4:250-252; Taberî, 3:168-169; Müsned, 1:384, 453, 5:30, 262, 412; Müslim, 4:41-42; ibn-i Mâce, 2:1024-1025.
(4) bk. Sıbt ibn-i Cevzi, Seçme, Tercüme ve Değerlendirme Ali Sevim, Mir'atü'z-zeman fi Tarihi'l-âyan'da Selçuklular, TTK yayınları.
(5) bk. TDV. İslam Ansiklopedisi, md. İdrisi Bitlisi. Ayrıca bk. Yıldırım, Muhammed İbrahim. "İdris-i Bitlisî'nin 'Heşt Behişt'ine göre Fatih Sultan Mehmed ve Dönemi". Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi 1010. 22 Aralık 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi.
(6) bk. Asar-ı Bediiyye, Nutuk-3, İstanbul'da Bulunan Kürdlere Edilen Telkinat.
(7) bk. Münazarat.
(8) bk. Osman Özsoy, Saltanattan Cumhuriyete Kurtuluş Savaşı, Timaş Yayınları, s. 86.
(9) bk. Bilal Niyazi Şimşir, Kürtçülük I. Cilt, Bilgi Yayınevi, s. 306.
(10) bk. İsmail Göldaş, Kürt Teali Cemiyeti, Doz Yayınevi, s. 159.
(11) bk. Necdet Sevinç, İstiklal Harbi'nde Etnik İhanet, Kariyer Yayınları, s. 238.
(12) bk. Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri Üstüne, Özge Yayınları, s.97.
(13) bk. İkdam Gazetesi, Mart 1920 Sayı: 8273, gazete yazısı, mana itibariyle.
(14) bk. Sebilü'r-Reşad, 17 Mart 1920, Sayı: 461.
(15) bk. Bilal N. Şimşir, Kürtçülük I. Cilt, Bilgi Yayınevi, s.311.
(16) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas.
(17) bk. Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman'ın İlk Hayatı, İfade-i Meram.
(18) bk. Mesnevî-i Nuriye, Hubâb, 1339 (1922) TARİHİNDE, MECLİS-İ MEB’USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü