"Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor! Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar." Üstad'ın diğer ifadeleri ile izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Kürtlerle Türklerin tarihte İslamiyet’e çok güzel hizmetler ettiğini, bu iki kavmin ve unsurun beraber hareket ettiklerinde çok güçlü yapılar inşa ettiklerini, ayrıldıkları zamanda da çok zayıflayacaklarını muhtelif mektup ve makalelerde ifade etmektedir. Bu beyanatları başlıklar halinde alıp, imkânlar ölçüsünde izah etmeye gayret edeceğiz.
1. Şubat 1920'lere gelindiğinde Bağımsız Kürdistan sesleri yükselmeye başlamıştı. Kürtlerin temsilcisi Kürt Şerif Paşa, Ermeni Heyet Başkanı Bogos Nubar Paşa ile 20 Şubat 1920'de bağımsız Kürdistan'ı kurmak için antlaşma imzaladılar. Said Nursi bu anlaşmayı protesto etmek amacıyla 7 Mart 1920 İkdam gazetesinde şöyle yazdı:
“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslamiyenin fedakar ve cesur hâdim ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî ananesine sadakati gaye-yi hayat bilmiş olan Kürdler; henüz beş yüz bine karib şühedasının kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürlerle anarken; İslamiyet'in zararına olarak, tarihî ve hayatî düşmanlarıyla i’tilafı akdetmek suretiyle; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.”(1)
2. Bu ilk makaleden hemen sonra, Şark aşiretleri bu antlaşmayı tanımadıklarını gönderdikleri telgraflarla ortaya koymuşlardır. Bundan sonra Bediüzzaman ikinci bir makaleyi yayınlar. Bu makalede ise şunları yazdı:
“Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskid ve beliğ cevap, Vilayat-ı Şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslamiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir."
"Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beş yüz bin kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini, isar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.”(2)
3. Doğudaki Kürtlerin terör hadiselerinin arkasında Ermeni çeteleri olduğunu aynı makalede şöyle ifade etmektedir:
“Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilâyat-ı Şarkiyede ekall-i- kalil derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet teminine.. ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddia-yı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.. Maksadlarına Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi müsait ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadoludaki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı."
"İşte, bu gaye ile o ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkar edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değillerdir. Zaten Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif oldukları isbat ediyorlar.”(3)
4. Bazı ırkçı ve fitneci kişilerin Kürtlerin Ermenilerle aynı kökten geldiklerini savunmaları ve bunu iki milletin birliğine delil getirmeleri fikrine karşı, yine aynı makalede şöyle susturucu bir cevap verir:
“Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar. Hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki Müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez. اْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّة İslam, uhuvvet-i İslamiyeye münafi olan kavmiyyet davasını men’ eder."
"Esasen bu, tarihe ait bir şeydir. Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslâm'dan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir."
"İslamiyyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsuru İslam aleyhine olarak menfî surette intibah hasıl etmesini kabul edemez. Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on kişiden ibaret!.."
"Hakiki Kürdler kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir.”(4)
5. Kürtlere verilecek muhtariyet ve özerklik konusunu da yine aynı makalede işler. Kürtlerin sahip olduğunu zannettiği muhtariyetin aslında Devlet-i Aliye-i Osmaniye’den koparılıp, yabancı bir ülkenin boyunduruğu altına almak anlamında olduğunu ve böyle bir şey lazımsa elbette bunu Ermeni temsilcileri ile ırkçı bazı Kürtlerin değil, Devlet-i Aliye’nin düşünmesi gerektiğini şöyle savunur:
“Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür. Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler.”(5)
6. Bediüzzaman Hazretleri 1950’den sonra talebesi Muhsin Alev Ağabeyimize söylediği bu ifade, Kürtlerin ne kadar önemli bir unsur olduklarını ortaya koymaktadır:
"Kürtler, İran'da, Suriye'de ve Türkiye'de vardırlar. Eğer onlar İslâm milliyetini esas alarak kabul ederlerse, ittihad-ı İslâma sebep olacaklardır. Böylece onlar bölücü bir unsur değil, bilakis ittihad-ı İslâma sebeb olurlar."(6)
7. Bediüzzaman'ın İstanbul'daki Şarklı hemşerileri olan işçi ve hamalları, fitnelere ve anarşiye karşı dikkatli davranmaları gerektiğini, nasihatlarıyla ve ikazlarıyla şöyle ortaya koymaktadır:
"Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı i'la eden ve istibdata şiddet-i itaat ve terk-i adat-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi göstereceğiz."
"Elhasıl: İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-ı hükümette selamet var."(7)
8. Kürtlerin Türklerle olan şiddet-i alakasını ve bütün kuvvetiyle ittihada girmesi gerektiğini de şu ifadelerle net bir şekilde beyan etmektedir:
“Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti. Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hod-serane yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz. İyi evlad böyle olur. Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihad farzdır. Zira şimdi sırf menfaatı göreceğiz. Çünkü hükümet-i meşruta, hakiki hükümet-i meşruadır."
"Elhasıl: İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhavvette saadet var. İtaat-ı hükümette selamet var. Hablü'l-metin-i ittihada ve şerit-i muhabbete sarılmak zaruridir.”(8)
9. Kürd Teali Cemiyeti reisi Abdülkadir, Bediüzzman’a Kürdistan devletini kurma teklifini yapmasına karşı:
“Allahü Zülcelâl Hazretleri, Kur’an-ı Kerîm’de: ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever.’ diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlâhi karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem..”(9)
cevabını vererek bu talebi red eder. Ayrıca, sesiz kalmaz ve Kuvayı Milliye'yi desteklediğini açıklar.
10. Bediüzzaman İstanbul’da Kürtlerin bulunduğu mahallere gidip, onların ayaklanmaması ve yanlış adım atmamaları için şöyle ikazlarda bulunurdu:
“Bizim düşmanımız cehalet ve zarûret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı cihad edeceğiz. San’at, mârifet, ittifak silâhıyla!.."
"Ama komşularımız ve bizi teyakkuz ve terakkiye sevkeden Ermenilerle kemâl-i memnuniyetle dost olup (Birinci Dünya Savaşı'ndan evvel söylenmiştir.) hakikî kardeşlerimiz olan Türklerle el ele vereceğiz. Zîrâ husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zîrâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz…”(10)
11. Bediüzzaman Kürtlerin İttihad-ı İslam mefkuresine bağlı olarak hayatlarını devam ettirmeleri gerektiğini de şu şekilde ifade eder:
“Sultan Selim’e biat etmişim, onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o, vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamandaki Şarklılardır.”(11)
12. Kürtlerin saadet-i dünyevileri ve menfaatleri ancak Türkler ve Araplar ile olacağını da Şam’da verdiği o mükemmel hutbede şöyle işlemektedir:
“Kürd gibi küçük taifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arab ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.”(12)
13. 1922 yıllarında İstanbul’dan Ankara’ya yeni hükümetin kendilerini daveti esnasında namaza ve maneviyata dair gördüğü gevşekliğin yanlış sonuçlara sebep olacağını ifade etmiştir. Özellikle Şarkın selameti için şu özel maddeleri kaleme aldı:
- Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: “Acaba namaz kılıyor mu?” derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: “Sebep nedir?” Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler.
- Enbiyanın ekseri Şark'ta ve hükemanın ağlebi Garb'da gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensurâ gider veya sathî kalır.(13)
Bu konu ile alakalı, daha yazacak ve değerlendirilecek çok konuları Risalelerden elbette derlemek mümkündür. Fakat uzun gitmemek için bu kadarıyla iktifa etmek lazımdır.
Son sözümüz; Bediüzzaman, Kürtlerin Türkler ile beraber kanlarıyla destan yazarak kurtardıkları ve kurdukları bu ülkenin asli vatandaşları olduğunu, bu durumda kendilerini azınlık olarak görmelerinin yanlış olduğunu, Batı'nın her zaman bu asil ve cengâver Kürt milletini kardeşleri olan Türklerden ayırmak ve onları kendilerine bağlayıp yanlış işlerde kullanmak istediklerinin farkına varmaları gerektiğini, Kürtlerin İslami kimliği kazanmalarından sonra -Türkler gibi- artık bir “Kur’an’a Hizmetkar Kavim” olduklarını, dünyevi saadetlerinin ancak ve ancak Türklerle beraber kalarak ve çalışarak mümkün olduğunu, çok veciz bir şekilde ortaya koymaya gayret etmiş mümtaz bir evlad-ı vatandır.
Dipnotlar:
(1) bk. Asar-ı Bediyye, Makaleler, Makale-16 (KÜRDLER VE OSMANLILIK), İttihad Yay., İstanbul 2002, s. 609.
(2) bk. age., Makale-17 (KÜRDLER VE İSLÂMİYET), İttihad Yay., İstanbul 2002, s. 610.
(3) bk. age.
(4) bk. age., s. 611.
(5) bk. age.
(6) bk. Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Nesin Yay., İstanbul 1999, IV, 314.
(7) bk. Asar-ı Bediyye, Nutuklar, Nutuk-3, İttihad Yay., İstanbul 2002, s. 540.
(8) bk. age.
(9) bk. Cemal KUTAY, Çağımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ. Yeni Asya Yay., İstanbul 1980 s. 297, 298.
(10) bk. Divan-ı Harb-i Örfi, Üçüncü Cinayet.
(11) bk. age., Yedinci Cinayet. (Tarihçe-i Hayat, s. 67)
(12) bk. Hutbe-i Şamiye.
(13) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar