"Ahkâm-ı Fer’iye" ve "Füruat" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Temel hükümler bütün hak dinlerde aynıdır; değişmez, nesholmaz. Meselâ, imanın rükünleri bütün hak dinlerde aynıdır ve ibadet bunların hepsinde vardır. İbadetin şekli, vakti, kıblenin yönü gibi hükümlerde değişiklik söz konusu olmuştur. Bunlar ibadete ait fer’î hükümlerdirler.
Cenâb-ı Hak, beşere ihsan ettiği maddî ve manevî terakkilere paralel olarak, bu fer’î hükümlerin bir kısmını nesh etmiş, yerine başkalarını emretmiştir.
Meselâ; Hz. İsa (as) kavmine şöyle der: “Ben size, daha önceden haram kılınmış bazı şeyleri helal kılmak için geldim…” (Al-i İmran, 50)
Bilindiği gibi, normal zamanlarda uygulanan kanunlarla olağanüstü hallerde kullanılan kanunlar aynı değildir. Olağanüstü hallerde kanunlar daha sıkı olur. Bu hal sona erdiğinde ise, normal kanunlara geçilir. Hz. İsa’nın üstteki ifadelerine bu açıdan bakabiliriz.
“İşte bu gün, sizin için, dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” (Mâide, 3) ayeti ise dinin artık tamamlandığını bildirir. Bundan böyle ne namazın vakitlerinde, ne kıblede, ne helâl ve haram hükümlerinde, ne orucun tutulacağı ayda hiçbir değişme olamaz, olmamıştır da.
Ancak, şeriatın teferruatı sayılacak bazı hükümlerde içtihat yapılmıştır. Meselâ, vitir namazı her mezhepte üç rekâttır. Ama bunun aralıksız üç rekât kılınması yahut önce iki rekât daha sonra ayrıca bir rekât kılınması fer’î bir meseledir. Dinin temel hükümlerine ilişmeyen bu gibi hükümler içtihada konu olmuştur.
Dinin içtihadî meselelerine füruat adı verilir. Dinin nass’la sabit esasları ise, zaruriyat-ı diniye -esasat-ı İslâmiye gibi isimlerle ifade edilirler.
Mesela, abdest ve namaz dinin esaslarından ve zaruri emirlerindendir. Abdest alırken başın ne kadarının meshedileceği, namazda ellerin durumu... gibi içtihadi meseleler ise, füruattır.
Başların mesh edilmesinde, üç ayrı içtihat ve üç farklı mezhep görüşü vardır. Malikî Mezhebi'ne göre; başın tamamı mesh edilir, HanefîMezhebi'ne göre ise başın dörtte biri mesh edilir, Şafiî Mezhebi'ne göre ise parmak ucu ile ıslatmak kâfidir.
Şimdi kutuplarda yaşayan bir Müslüman için en isabetli görüş Şafiî mezhebinin görüşüdür. Zira orada yaşayan biri Malikî mezhebini tatbik etse hasta olur. Aynı şekilde Afrika'da yaşayan bir Müslüman içinde en mutabık görüş Malikî mezhebinin görüşüdür. Zira sıcak memlekette başın tamamının meshedilmesi güzeldir.
Coğrafya ve iklim olarak vasat olan yerlerde de Hanefî mezhebinin görüşü mutabıktır. Şimdi mezhep nasıl cem olur, Afrika ve kutuplarda yaşayanları vasat olan bir coğrafyaya cem edebilirsen ki bu imkânsız bir şeydir; ancak o zaman mezhepleri de cem edebilirsin, yoksa mezhepleri birleştirmek muhaldir.
Üstad bu mânaya şöyle işaret ediyor;
”Enbiya-yı sâlife zamanında tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatler, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt'ada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatler bulunurmuş. Sonra, Âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiye derecesine terakki ettiğinden, çok inkılâbat ve ihtilâtatlaakvâm-ı beşeriye bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatle amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriate ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyede gitmediğinden, mezhepler taaddüt etmiştir. Eğer, beşerin ekseriyet-i mutlakası, bir mekteb-i âlinin talebesi gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse, o vakit mezhepler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem o hale müsaade etmediği gibi, mezâhib de bir olmaz.”(Sözler, Yirmi Yedinci Söz)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü